Operasyonlar bana eskiden yaşananları hatırlatıyor
Ülkeyi neredeyse çeyrek asırdır yöneten bir parti iş başında; bu, her ülke için istikrar alameti sayılır. Öyleyse siyasi hayat neden bu kadar karmaşık, neden dört bir yandan ‘operasyon’ sesleri yükseliyor?
İlki 16 Mart günü İBB operasyonuyla başladı, ama son birkaç haftadır yaşananlar ortalığı iyice karıştıracak türden…
Ne olup bittiğini anlayabilmek için gözlerimi ve kulaklarımı açık tutuyorum; kaynaklara benden daha yakın durduğumu bildiğim yazar ve yorumcuların yazıp anlattıklarını dinlediğim gibi, onlardan öğrendiklerimin gerçeği ne kadar yansıttığının sağlamasını, bilebilecek durumdaki kendi kaynaklarımla konuşarak elde etmeye çalışıyorum…
Her kafadan bir ses çıkıyor, herkes siyaset alanında neler yaşandığını biliyormuş gibi davranıyor, ancak gerçek diye sunulanları yorumlamaya sıra geldiğinde, ortaya garip bir tablo çıkıyor…
İktidar cephesinden gelen haberler söz gelimi…
Birileri iktidarın iki ortağı arasına kara kedi girdiği iddiasında. Bazı bakanlıklardaki üst düzey atamaların, bazı şirket ve kurumlara karşı girişilen operasyonların küçük ortakta rahatsızlığa sebep olduğu ileri sürülüyor…
Doğru olabilir mi?
Olabilir olmasına ama, gelişmelerden rahatsızlık duyduğuna dair hiçbir işaret gelmiyor küçük ortaktan…
Büyük ortaktan alınan izlenimler de çelişkili…
Söylendiğine göre, AK Parti genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan sonrasını dizayn faaliyeti sürdürülüyormuş ve bu alanda da birden fazla birbiriyle çatışan grup varmış…
İsimler de telaffuz ediliyor…
Geçenlerde katıldığı BBC’de yayımlanan bir programda, İngiliz yayın kurumunun Moskova temsilcisinin kendisine yönelttiği, “Siz tek başınıza bu ülkenin hakimisiniz” diye başlayan çetin soruya, Rusya devlet başkanı Vladimir Putin’in verdiği cevabı izledim.
Putin, o takılmaya, hiç yüksünmeden “Evet, öyleyim, ülkenin tek hakimi benim” cevabını verdi; kendisini o duruma getirenin Rus Parlamentosu (Duma) olduğunu, yani meşruiyetini oradan aldığını sözlerine ekleyerek…
Bizde de, Tayyip Erdoğan’a, ‘tek adam’ yetkileri, 2017’de yapılan referandumla kabul edilen ‘Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’ ile verilmiş oldu.
Gerçek bu iken, AK Parti liderliğinin bir yakınına devredileceği ciddi ciddi ileri sürülebiliyor…
Kendilerini bir dahaki seçimde cumhurbaşkanlığı adaylığı için hazırlayanlar olduğu da konuşuluyor…
Hatta, hayli renkli ayrıntılarla sürdürülen uyuşturucu odaklı ve medya kişilikleri ile bazı önemli isimleri içine alan son operasyonların da, potansiyel adayların birbirlerine karşı pozisyon almalarının ürünü olduğu söyleniyor…
Ben isim vermeden özet geçiyorum. Sebebi açık: ABD’de siyasete meraklı olmayanların bile merakını ayağa kaldırmış olan Jeffrey Epstein skandalı kadar, bizde de son operasyonla ilgili haberleri herkesler yakından izlediği için buna gerek görmüyorum.
Biraz da şaşırarak…
Daha düne kadar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden adaylığı için anayasada değişiklik yapılacağından, o başarılamazsa Meclis’in erken seçime götürüleceğinden söz ediliyordu.
Ne oldu da bu proje rafa kaldırıldı?
Aklıma geleni bir soruyla ifade edeyim: Yoksa, AK Parti genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Erdoğan yakınındakileri teste mi tabi tutuyor?
Liderler öyle testler yapar…
Turgut Özal cumhurbaşkanı olmaya karar verdiğinde, kendisinden sonra ANAP’ın ne olacağını belirlemek için böyle bir test uygulamıştı. ’Büyük Türk büyükleri’ diye anılan 16 isim ilan edip, bunlardan birine el vereceğini açıklayarak…
Cumhurbaşkanı olunca parti başkanlığını ve başbakanlığı 17. isme -Yıldırım Akbulut’a- teslim etmişti ama…
Süleyman Demirel de benzer bir yolu kendisini cumhurbaşkanı seçtirdikten sonra partisi -DYP- içinde izlemişti.
TBMM başkanı Hüsamettin Cindoruk tabii adaydı…
Kıdemli bakanlardan İsmet Sezgin bir diğer adaydı…
En yakını bilinen Cavit Çağlar’ın da gözü başbakanlıktaydı, fakat seçim öncesinde “Kasıma kadar İsmet abi” formülünü geliştirmişti.
Sonunda bir baktık, ismi geçtiğinde “DYP delegeleri onu asla seçmez” denilen Tansu Çiller, hem de Hüsamettin Cindoruk ve Necmettin Cevheri gibi Demirelcilerin desteğiyle, kongreden DYP genel başkanı ve başbakan olarak çıkıverdi.
Neden sonra hislerini şöyle özetleyecekti rahmetli İsmet Sezgin: “Seçimi kaybedeceğimi asla beklemiyordum; çünkü kongrede özverinin, vefanın, dostluğun, kadirbilirliğin egemen olacağına inanmıştım. Kişisel menfaatlerin oyları böylesine yönlendireceğini tahmin edemezdim.”
Testlerin büyüğünü sonraları millet yaptı: Özal’ın partisi de Demirel’in partisi de girdikleri ilk seçimi kaybettiler. (ANAP 1991’de, DYP ise 1995’te)…
Ülkeyi çeyrek asırdır yöneten AK Parti’de siyaset yapanlar o günleri hatırlamıyorlardır; onlar kendilerini yenilmez biliyorlar…
