İstanbul'un havasına belediye ne yapsın
Birkaç gün şehre yaz sıcağı çöktü, şimdi hava yine kışa dönüyor, İstanbul'un tepelerine kar bile yağabileceği tahminleri var.
Bu dengesizliğin sorumluluğu henüz İmamoğlu İBB'sine yüklenmedi ama eli kulağındadır. Belediye işlerine bakacağına o il senin, bu il benim dolaştığı için İstanbul'un havası sahipsiz kaldı diye suçlanması an meselesi.
Olmaz demeyin, iş oraya kadar geldi. Kendimizi şunu tartışırken bulabiliriz yakında:
İmamoğlu, cumhurbaşkanlığı adaylığı turuna çıkmasa, dizini kırıp hava tahmin raporlarıyla ilgilense havanın istikrarı yine de bozulur muydu? Bozulmayacaktı sanki...
Kimi görsem burun akıntısı ve benzeri grip belirtilerinden kırılıyor. Ben de şikâyetçiyim ama burnumdaki tıkanıklıktan lodos mu suçlu, İmamoğlu'na mı kızmalıyım?
Hava deyip geçmeyin, kamu sağlığıyla oynamaktır. Tehlikeye atmak direkt cezalık suç. Ve İmamoğlu'nu cumhurbaşkanı yapma örgütünün suçları arasına yazılmadık bir bu kalmış görünüyor.
Diploma meselesinin soruşturmaya konu edildiği, ciddiye alınıp tartışıldığı yerde pekâlâ hava durumu ihmalkârlığı da soruşturulabilir, tartışılabilir. Neden olmasın!
Ben katkı olsun diye önden görüşlerimi bildiriyorum.
İstanbul'un havasıdaki ayarsızlıkların ve gelgitlerin iklim değişikliğiyle bile alakâsı yok, bırakın belediyeyi!
Beşir Ayvazoğlu, "İstanbul’un delişifek takvimi” başlığıyla Karar’da yazmıştı. İstanbul'un havasına güvenenlerin hayal kırıklığı yaşaması, kaçınılmaz bir kadermiş.
Midhat Cemal Kuntay da “İstanbul’da mevsim yok” başlığıyla yazmış bu gerçeği. Nanemolla bir Osmanlı veziri, mevsimlerin yalan olduğunu en iyi anlayanlardanmış. Vaktiyle çözmüş işin sırrını. Tedbir kumkuması ya paşa hazretleri, dört mevsimin üstlüklerini yanına almadan sokağa çıkmazmış.
Eskiler boşuna dememiş; İstanbul’da iki mevsim yaşanır, lodos ve poyraz. Kış ortasında bahar, yaz ortasında kış havası esmesinden onlar sorumlu. Mevsimler sırayı şaşırdığından değil.
Midhat Cemal şöyle kayda geçiriyor bunu: “İstanbul iki şeyin oyuncağıdır; Marmara’nın ve Karadeniz’in. Bu ikisinden hangisinin keyfi hâkimse o gün ilk veya sonbahardır, kış veyahut yazdır."
Yalnız, mahalleden mahalleye de değişirmiş iklim şartları. Üstelik yeni değil. İstanbul, İstanbul olalı böyle.
Refik Hâlid Karay, "İstanbul’da Hava Kararsızlığı"nın eskiye dayandığını şu örnekle hatırlatıyor:
"Elli yıl yaşamış bir İstanbullu, en fazla on veya on beş Hıdırellez’in ılık ve güneşli geçtiğini görebilmiştir. Kırmızı kiraz üstüne bembeyaz kar yağdığını bile hatırlayanlar vardır."
Refik Halid üstat; ‘nedir bu soğuk, yaz gelmeyecek galiba’ diye yakınanlara şaşıyor asıl. Yaz gelse ne olacak? Sabahı öğlesine, öğlesi akşamına uymayan güvenilmez bir yaz olurmuş bu. İstanbul hayatında hava tutarsızlığı veya öngörülmezliği, tabii bir hâlmiş o yüzden.
Gördüğünüz üzere geçmişten tanıklıklarla da tezimi desteklemiş bulunuyorum. Ne mevsimlere küsün ne de bu yüzden İmamoğlu'na. İstanbul'un havasının güvenilmezliğinden iklim değişikliği bile sorumlu tutulamazken belediye ne yapsın!














