‘Aylak Adam’da eksik olan

Her edebî eser, bir zamanın, çevrenin; dolayısıyla bir kültürün ürünüdür. Metin, doğduğu kültürün izlerini yansıtır. Meselâ Tanpınar’ın “Huzur”unda, Abdülhak Şinasi Hisar’ın “Fahim Bey ve Biz”inde, Yahya Kemal’in şiirlerinde bize özgü bir kültürel atmosfer; peysajlarda, insanlarda, mekânlarda, günlük hayatta, kılıkta kıyafette kendini kuvvetle hissettirir.

Rus romanlarına bakın; Dostoyevski’ye, Tolstoy’a, Bulgakov’a ya da Fransız Balzac’a… Ana figür ne olursa olsun, fonda; caddede, evlerde, tiyatrolarda bir Rus veya Fransız hayatı görürsünüz. Meselâ Balzac’ın “Bir Havva Kızı” adlı romanı bir aşk hikâyesini konu edinmekle beraber, konakları, baloları, ziyafetleri, tiyatroları, edebî ve siyasî çevresi itibarıyla, dönemin Paris’ini kuvvetle yansıtıyordu. Romanlarda hayat, asıl bu kültürel atmosferle vücut bulur. Bu bakımdan fonu, dekoru önemsiyorum.

Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”ını okuyup bitirdiğimde bu romanda bir şey eksik dedim. Eseri okurken bir türlü kurgulanan hayatın içine giremiyordum, aylak adamın ilişki kurduğu insanlar, dolaştığı çevre, caddeler, kahveler, lokantalar, sinemalar ya da Naciye Hanım’ın pansiyonu… Kısaca fondaki günlük hayat!... Sanki cansız ve ruhsuzdu, montaj gibiydi, iğreti duruyordu.

Ama şurası bir gerçek! Atılgan, romanında kaleminin tüm gücünü aylak bir adam olarak canlandırdığı C’nin tasvirine hasrediyor, karakterin birtakım psikolojik sorunlarını, özellikle kadınlarla kurduğu ilişkilerden yola çıkarak deşiyor, bu ilişkiler çerçevesinde okurun merak duygusunu diri tutmayı başarıyor. “Aylak Adam”ı özgün kılan da bu zaten; psikolojik bir sorunu kuşatabilmesi, bu sorunu karakterin çeşitli davranışlarıyla tutarlı ve inandırıcı bir biçimde tasvir kudreti. Dolayısıyla “Aylak Adam” canlandırdığı karakter itibarıyla çağdaş Türk romanının en iyi psikolojik romanlarından biridir kanaatimce. Bir antikahraman örneği. Ama benim favorim Fahim Bey!.. Çünkü kendi kültüründe.

Ayrıca şu dikkatimi çekti: Atılgan, karakterinin psikolojik sorunlarının kaynağının ipuçlarını daha romanın başlarında; ama satır arasında verir. Dikkatli bir okuyucu değilseniz, romanda yer yer bir leitmotif olarak tekrar edilen “kulak”ı -kahramanın sık sık kulağı kaşınır- ve baba problemini kaçırabilirsiniz. Yazar satır aralarına âdeta gömdüğü bu ipuçlarıyla okurda merak duygusu uyandırıyor. Ve sonunda yara patlar, irin akar. Çoğu psikolojik sorunun kaynağında çocukluk vardır! Atılgan romanın sonlarına doğru bu, kadınlarla bir türlü sağlıklı ve istikrarlı bir ilişki kuramayan kahramanının dilini çözer, karakterini çocukluğuna götürür. Sorunun kaynağında soğuk, kadın düşkünü bir baba vardır, ikincisi annesizliktir. Kısaca sevgisizlik! Zehra, annenin yerine konulan kadın. Aylak adam, bütün kadınlarda -biraz Cemal Süreya gibi- annenin sevgisini, kokusunu arar. Meselâ bir bakkalın “- Bir şey mi arıyorsunuz beyim?” sorusuna “-Evet! Eski bir koku” (s. 203) diye cevap verir. Patrick Süskind’in “Koku” romanının kahramanının aradığı kokudur bu! Her kadında aranan anne kokusu!

Sevgiye ilişkin duyguları babası tarafından iğdiş edilmiş, sevgi arayan, ama bu sorun dolayısıyla kadınlarla ilişkilerinde sorun yaşayan bir oğulun hikâyesi olarak okunabilir “Aylak Adam”. Freud’un Oedipus kompleksi rehberliğinde tabii.

Psikolojiye ve karakterin ruhsal sorunlarının tasvirine diyecek bir söz yok. Bu bakımdan roman iyi. Ama ya fondaki hayat! O cansız, bir kuru dekor. Oysa bir romanda kültürel atmosferi yansıtan fon önemli. Neresi burası? İstanbul mu? Aylak adamın girdiği kahvehanelerde, pastanelerde, lokantalarda, sinemalarda, sokaklarda kültürel bir atmosfer bulamadım. Balzac’ta Paris vardı, Dostoyevski ve Tolstoy’da Petersburg’u teneffüs ediyordum. Sahi bu aylak adam nerede aylaklık yapıyor?

YORUMLAR (13)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
13 Yorum