Kıvılcımı söndürmeyen ateşi zapt edemez!..

Zor günlerden geçiyoruz! Mutsuzuz, umutsuzuz, asabiyiz, birbirimizi sevmiyoruz… Toplum, birbirine zıt iki kutba ayrılmış, ortak noktalar aşınmış, diller sert ve agresif. Politik gerginlik, hayatın hemen her alanını işgal etmiş, âfetleri bile politik argüman olarak kullanıyoruz.

Geçenlerde Tolstoy’un “İnsan Neyle Yaşar?” (Çev. Koray Karasulu, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2019) adlı hikâye kitabını okudum. Eserdeki “Kıvılcımı Söndürmeyen Ateşi Zapt Edemez” başlıklı hikâye, yaşadığımız sosyal çatışma ve ayrışmaya ilişkin o kadar isabetli mesajlar içeriyordu ki! Sanatı işte bu bakımdan önemli buluyorum. Politika, insanı sadece ‘iktidar olma’ ve ‘iktidarda kalma’ amacına sabitliyor. Bu da bizi hakikatten, fânilikten, paylaşmaktan, merhametten, sevgiden, ötekini anlamaya çalışmaktan uzaklaştırıp bir güç ve düşman vehmine çiviliyor. Sanatsa, bu kavgalardan azade olarak, insanı, sadece insanı ve hayatı anla[t]maya çabaladığında, insan tüm zamanları aşarak, bütün çıplaklığı, çelişkileri, hırsları, aczi, arzuları ve masumiyeti ile önümüzde yükseliveriyor. Tam da yangınların her yanı –en önemlisi ruhlarımızı da- sardığı bir ânda Tolstoy’un bu hikâyesi bana, düştüğümüz ateş çemberini hatırlattı.

Bizde devlet adamları ve idarecilerin çoğu, sanata pek ilgi duymaz! İnsanı genelde sadece çalışan, âmirine ya da liderine itaat etmesi gereken mekanik, seçimlerde de sayısal bir varlık olarak görürler. Bu anlamda bir “Homo Faber”dırlar. Homo faber’ın ne olduğunu öğrenmek için Max Frisch’in romanını okumaları gerekiyor!

Her neyse biz Tolstoy’un hikâyesine dönelim. Nesneler yanar; ama toplumsal ilişkiler de yanar! Her toplumsal yangın/ çatışma, insanın çıkardığı bir kıvılcımla; ayrıştırıcı, yaralayıcı, agresif bir sözle başlıyor. Sonra Tolstoy’un hikâyesindeki gibi kıvılcım söndürülmezse toplumsal ateş de zapt edilemiyor.
Tolstoy, hikâyesinde bir köyde İvan ile Gavrilo ailesi arasındaki ilişkilerin bir kıvılcımla –bir tavuk yumurtası yüzünden- nasıl koptuğunu, kıvılcımın aile bireylerine sıçrayışını, kavgalar ve birbiri ardınca açılan davalarla işlerin de bozulup sonunda büyük bir yangına dönüşmesini anlatır.

Hikâyeyi okuyunca orman yangınlarını düşündüm önce; kıvılcımı da zamanında söndürmezsen ateşe dönüşüyor ve zapt edilemiyordu. Sonra toplum geçti gözümün önünden, biz de İvan ile Gavrilo ailesi gibi değil miydik? Bir kıvılcımla kavgaya tutuşmuştuk, sonra o kıvılcım halka da sıçradı; “… çocuklar da büyüklerden öğrendikleri gibi küfürler etmeye başladı; kadınlar ırmakta karşılaştıklarında çamaşır tokmağından çok dilleri çalışıyordu. (…) Hayatları gittikçe kötüleşti. İvan Şçerbakov ile Topal Gavrilo birbirlerini köyün ihtiyar heyetine, bölge ve sulh mahkemelerine öyle çok dava etti ki, yargıçların hepsi onlardan bıktı…” (s. 34)

Bu satırlar, size de tanıdık geliyor mu? Türkiye’de bir kan davasına dönüşen siyasal ortam da böyle değil mi? Ah İvan’lar, Gavrilo’lar ve onlara kıvılcım taşıyan cahil, âteşperest sürü!.. İsmail Safa’nın “Sefalet-i Baride” şiirinde; “Karşımda yangın olsa ısıtsam vücudumu” mısraı geçer. Abdülhak Hamid’in “Bir Sefile’nin Hasbihâl”inde de “Ah, bir yangın olsa da biraz aydınlık görsem” şeklinde bir epigraf vardır. Söz konusu satırların metinlerdeki bağlamı başka ama İvan’lar ve âteşperest sürüler için yangının böyle bir yönü var herhalde…

Neticede iki aile de tarlası tapanıyla uğraşacağına, Allah’ın günü mahkemelere taşınır, paralarını ve tüm gücünü “düşmanını dava etmeye” (s. 38) sarf eder. Bu nedenle gelir seviyeleri de düşer.

Türkiye işte bu hikâyedeki gibi.

Şu donuk yüzlü, asabi, sert dilli, sanattan bihaber idareciler –İvan’lar Gavrilo’lar- var ya, onlar okumalı bu hikâyeyi!

YORUMLAR (9)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
9 Yorum