‘Sanatkâr büyük sanatkârla hesaplaşan adamdır’

Tanpınar’ın günlüklerinde çok hoşuma giden bir cümleyi not etmiştim. Şöyle diyordu: “Sanatkâr, büyük sanatkârla hesaplaşan adamdır.” (Tanpınar’la Başbaşa, Dergah Yay., 2008, s. 154). Doğru elbette. Ama sadece hesaplaşan adam mı? Hayır! Sadece hesaplaşan değil, ‘büyük sanatkâr’la hesaplaşan…

Önce hesaplaşmaktan bahsedelim. Bizi taa babaya götürür bu; Freud’a, Oidipus kompleksine, baba-oğul ve nihayet de Bloom’un “Etkilenme Endişesi”ne… Her genç şair -Bloom ona ephebe diyor- başlangıçta bir selefe tâbidir, Tâbi olur derken, en azından onun rahle-i tedrisinden geçer, poetik veya ideolojik anlamda ondan beslenir. Tanpınar söz konusu olduğuna göre ilkin onu düşündüm. Onu poetik ve fikrî anlamda besleyen, rahle-i tedrisinden geçtiği selef ya da baba kimdi? “Antalyalı Bir Genç Kıza Mektup” diye bilinen metinde bunun cevabını veriyor, diyor ki; “Şiirde ve fikirde ilk ve galiba yüzünü gördüğüm son hocam Yahya Kemal oldu”. Hatta onun yanına Haşim’i de katıyor, bu iki şairin kendisine “daha evvelkileri unutturdu[klarını]”, Yahya Kemal’den “eski şiirin lezzetini” tattığını, “mükemmeliyet fikri ile dil güzelliği”nin ondan geldiğini, “millet ve tarih hakkındaki fikirleri[nde]” de Beyatlı’nın büyük tesiri olduğunu söylüyor. Hâsılı Tanpınar, “Hakikatte estetiğimiz aynıdır” dediği Yahya Kemal’in halefidir. Kanaatimce tarihe, maziye, kadim şiire ve musikiye bakışında, kültürde imtidad/ devamlılık fikrinde onun tesiri vardır.

Ama halefin selefini aşmak istemesi kadar tabii bir şey de yoktur. Çünkü sorgulamaz, hesaplaşmaz ve geçemezse, kendi sesini bulamaz, şiirini inşa edemez, selefin gölgesinde kalır. Bu itibarla halef, şöyle ya da böyle yer yer selefle karşı karşıya gelir, onu eleştirir, hatta karşı çıkar. Tanpınar’ın günlüklerinde yer yer bu tür sorgulamalara, eleştirilere rastlıyoruz. Meselâ Yahya Kemal’in Nihat Sami Banarlı’ya yakın durmasına “Ne fukaralık Yarabbi…” (s. 25-26) diyor, “Antimilitarist Yahya Kemal’in ‘Askerlik vazifemi bile yapamadım’ ” (s. 206) diyerek üzülmesini pek inandırıcı bulmuyor, Rumeli’deki çiftlikleri için verdiği tavizlerden dolayı “Ne kadar ahlâklı adam. Nasıl milliyetperver!” (s. 206) sözleriyle selefini alaya alıyor.

Hatıralarında on senelik sefirlik tecrübesinden, Avrupa’ya bakışından, oradaki musikiden, dönemin edebiyatçılarından, sevdiği kadınlardan, İttihat ve Terakki ile Harb-i Umumi’den bir satır bile bahsetmemesini şiddetle eleştiriyor (s. 206), etrafına topladığı kişileri “acayip, görgüsüz ve kültürsüz” (s. 206) buluyor. Ama en önemlisi kimi kez şiirini de eleştirmesi, mesela Hayyam’dan beslenmesinin yanlış olduğunu ileri sürmesi, onda “resim tecrübesi[nin] ve felsefî endişe”nin (279) eksik olduğunu söylemesi, “kendisini de şiirini de milli şair olmak için yıktı” (s. 278), “milliyet nazariyesine kendini feda etti” (s. 279) gibi sert hükümlerle selefine saldırması.

Aslında şu satırlar halefin selefle çatıştığını, onun hâkimiyetinden zaman zaman rahatsız olduğunu göstermesi bakımından çok önemli:

Yahya Kemal bizim için çok şey yaptı. (…) Fakat o da ufuksuzdu. Türkiye’de mahpustu. Yahya Kemal’in şark musikisi ve muhabbeti zannetmem ki benimki gibi olsun. (…) Yahya Kemal bize sedd-i Çin olmak istedi. Benim en büyük tâliim vaktinde bu seddi delip öbür tarafa geçmektir. (…) Bizi lüzumsuz bir coşkunluğun içine hapsetti.” (s. 268)

Amacım Tanpınar’ın hükümlerini tartışmak değil. Şunu söylemek: Eğer halef iyi bir şairse şöyle ya da böyle selefle karşı karşıya gelir, ondan ayrı, kendine özgü bir sese ulaşmaya çalışır.

Sezai Karakoç’un “Hatıralar”ını da bu minval üzre okumak lazım. Selefle o da zaman zaman karşı karşıya gelmiş ve neticede kendi sesini bulmuştur.

Tanpınar’ın dediği doğrudur: “Sanatkâr, büyük sanatkârla hesaplaşan adamdır.”

YORUMLAR (13)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
13 Yorum