Siyasette yalan

Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” bir yalandır. Romanın kahramanı zavallı Hayri İrdal, kurdukları ‘ayar enstitüsü’nün aslında bir yalan olduğunu bilir bilmesine de işsizlik ve fukaralık belini büktüğü için zamanla başını eğip susar, hatta sonra yalana o da uyar. Ama vicdanının sesi susmaz, arada bir kendi kendine mırıldanır, der ki; “Ah Yarabbim, ekmek paramı niçin bana doğrudan doğruya vermedin de beni başkalarının uydurduğu bir yalan yaptın! (…) Ucunu bucağını bilmediğim, her gün yeni bir parçasıyla karşılaştığım âdeta tefrika hâlinde bir yalan olmuştum.”

Vallahi biz de İrdal gibiyiz, tüm Türkiye tefrika hâlinde bir yalanız…

Bu da şimdi nereden aklıma geldi? Hannah Arendt’in “Siyasette Yalan” (Çev. İmge Oranlı, Berfu Şeker, Sel Yay., 2021) adlı kitabını okurken, memleketin durumunu ve Tanpınar’ın romanını hatırladım. Hatta sonra Seyit Lütfullah’la ilgili bir cümleyi aradım. Buldum. İrdal bu meczup hakkında, “Onda yalanın nerede başladığı ve nerede bittiği bilinmezdi.” diyor. Bizde de öyle.

Hannah Arendt, bilge bir yazar. Bu kitapta ABD’nin Vietnam Savaşı’yla ilgili gizli belgelerinin yayımlanması vesilesiyle siyaset-yalan ilişkisini ele alıyor. Ve sonuç şu: Yalan, bu süreçte ABD siyasetinin temelini oluşturmuştur.

Bunlar bir yana, nedir yalan? Kısaca, var olanı olmamış gibi, olmayanı da olmuş gibi göstermek, bunun için kasıtlı olarak sahte belgeler üretmek… Arendt, siyasi emellere ulaşmak için yalanın yazılı tarihten beri kullanıldığını söylüyor. Doğruluk, dürüstlük, hiçbir zaman siyasi erdemler arasında sayılmamış. Buna karşılık yalan, siyasette genelde savunulan bir araç olarak kabul edilmiş.

Yazarın da işaret ettiği üzere iktidarların en çok müdahil olduğu -yalanla- alan tarih. Bu sebeple daima yalanın tehdidi altında kalmış. Özellikle totaliter liderler, bugünün siyasi çizgisine uydurmak için tarihi yeniden yazmaya, kendi ideolojilerine uymayan yönlerini de silmeye çalışmışlar.

Modern siyasette ise şöyle bir durum ortaya çıktı: Siyasetin bir yarısı ‘imaj yaratmak’, diğer yarısı ise halkı yaratılan imaja inandırmak! Bu ise sonuçta, siyasette işi imaj yaratmak ve insanların zihnini kazanmak olan Arendt’in deyişiyle profesyonel ‘sorun çözücü’lerin ortaya çıkmasına yol açtı. Açıkçası bu uzmanların yaptığı, birtakım ustaca yalanlar uydurarak, Bourdieu’nun deyişiyle simgesel şiddete başvurarak ve bunları çeşitli araçlarla yayarak halkı manipüle etmek, böylece iktidarı sürdürmek. İşte bu durumda hakikat, geçerliğini ve önemini yitirmiş, yalan haber yaymak, rakibin zayıf, kendisinin güçlü olduğu izlenimini uyandıracak belge ve bilgiler üretmek, yani ‘yalan’ modern siyasetin temeli olmuştur. Nerede “Kutadgu Bilig”in ya da Nizamül Mülk’ün “Siyasetname”si nerede ‘modern siyaset’in yöntem ve üslûbu!.. Ama bunun en tehlikelisi, ‘uzman yalancılar’ın -günümüzdeki deyişle siyasi trollerin- zamanla kendi yalanlarına kendilerinin de inanmasıdır. Bu, gelen düşmanı halka duyurmakla görevli bir nöbetçinin şaka olsun diye alarm ziline basmasına, ama sonra yarattığı hayalî düşmanlara karşı şehri savunmak için kendisinin de koşmasına benziyor. İrdal da öyle yapmış, uydurdukları yalana kendisi de inanmıştı.
Arendt’in şu satırlarını okurken çok güldüm:

“... bir yalancı ne kadar başarılıysa ve ne kadar fazla insanı ikna ederse, sonunda kendi yalanlarına inanma ihtimali de o kadar artar.” (s. 47)

Ya Hayri İrdal, sen neysen biz de o’yuz. Hiç değişmedik! Halit Ayarcılar çok başarılı. İkna kabiliyetleri büyük! Yani demem o ki, tefrika bitmedi, “tefrika hâlinde bir yalan’ız… O kadar ki, hayalî düşman yaratan nöbetçi gibi, kendi yalanımıza kendimiz dahi inanıyoruz.

Siyaset ahlâktan koparsa böyle oluyor işte...

YORUMLAR (13)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
13 Yorum