İnsan kendi hakikatının gölgesidir

Ne zaman yaşayarak öğrenme ile ilgili bir söz duysam bir metin okusam aklıma Can Yücel’in 

“Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim” şiiri aklıma gelir. 

“Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi 

Atlastan bakardım nereye gitti 

Öyle öyle ezber ettim gurbeti” 

baba özleminden yola çıkarak gurbet duygusunu yaşmak, atlastan ülkeyi dolaşmak. 

Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Otuz Beş Yaş Şiiri”inde dediği: 

“Gökyüzünün başka rengi de varmış! 

Geç fark ettim taşın sert olduğunu. 

Su insanı boğar, ateş yakarmış! 

Her doğan günün bir dert olduğunu,” mısralarını dokunarak, görerek, gözlemleyerek öğrenir tarım toplumdaki insanlar. Tarım toplumlarında çocuklar hayatı yaşayarak öğrenirdi, öğreniyor. 

Koşarken düşer, kafası kırılır taşın sert olduğunu yaşar. Avuçladığı topraktan sofraya konan tarım ürünlerinin nasıl fışkırdığını, yağmurun onları nasıl beslediğini, güneşin onları nasıl kavurup olgunlaştırdığını da gözlemleyip yaşayarak öğrenir. 

Arıların çalışma azminin çiçeğe konup bala dönüştüğünü, küçük ve büyükbaş hayvanların meralarda otlamalarının süte sütün yoğurda yağa dünüştüğünü, buğdayın un ekmek börek oluşunu, ağaçların baharla çiçeğe çiçeğin meyveye meyvelerin kiminin yaş kiminin kurutularak rızık olup sofraya indirilişine her sofra sonrası şükre vesile olduğuna tarım toplumu çocuklarının hayatının bir parçasıdır. 

Sanayi toplumlarında çocuklar hayattan arındırılırmış dört duvar arasında kitap ekran öğretmen ... desteğiyle müfredatı öğrenir. Hayat dersinde de çoğu sınıfta kaldı kalıyor. 

Yemek yapmasını bilmeyen, kopan düğmesini söküğünü dikemeyen, yatağını toplama, sofra kurma alışkanlığı edinmeyen, ayakkabısını bağlayamayan hayattan kopuk hazırcı bir nesil yetiştiriliyor. Bu neslin tosladığı evlerde hayat “tam takır kuru bakır” oluyor. 

Aile ve okul birbirini tetikleyerek hazıra konan, elinden bir iş gelmeyen, iki yumurta çırpıp pişiremeyen burgerci nesil yetiştiriyor. 

Ebeveynler çocuğum okusun diye çocukların yapması gereken birçok sorumluluğu kendileri yaparak çocuğuna iyilik yapma fedakarlığında bulunduğunu sanıyor. Oysa çocuğu, hayatı öğrenerek yaşamaktan alıkoyup çocuğun hayat eklemlerinin oluşmasını engellemiş oluyorlar. 

Bir ebeveynim “hocam suyuna kadar her şeyini odasında masasına götürüyorum yeter ki çocuğum okusun” diyerek bana ne kadar büyük bir fedakarlıkta (!) bulunduğunu anlatmıştı. 

Bu ebeveyni düşünelim, çocuğu mutfaktan alıkoyarak yemeklerin neyden ve nasıl yapıldığını öğretmekten mahrum bırakıyor. Derste de karşısına çıkan gıda ürünleri, karışım, pişirme, kaynama, tad oluşumu, emek, sabır, özen gibi birçok bilgi, duygu, dikkat, emek ve gözlemden çocuğu mahrum bırakarak adeta çocuğu cezalandırdığının farkında değil, değiliz modern ebeveynler olarak. 

Çocuklara sofra kurmanın bir öğrenme ve bu öğrenme de dikkatin, davranışın, eşyanın, duruşun, tasarımın zihin tarafından hareket halinde bir tanzim edildiğini idrak edemeyip çocukları bunları yapmaktan da alıkoyduk. 

Hazıra dağlar dayanmaz, tabiri miras için kullanılır ancak çocuk adına her şeyi hazırladığımızda buna birkaç ebeveynin ömrü yetmez. 

Maalesef okullarımızın müfredatı günlük hayattan arındırılmış bilgilerden oluştuğu için okullar ebeveyni, ebeveyn okulu tetikliyor çocukların yaşayarak öğrenmemesini. 

Üç yıldır uygulanan LGS ile birlikte eğitim düzenimiz de dünya ile birlikte bilgi merkezli değil bilgiden yola çıkarak doğru düşünme sonucuna varmaya doğru yol alıyor. Durup düşünmenin, dikkatin, yaptığının farkına varmanın önemsendiği bir eğitim düzeni. Yani hayatı yaşayarak öğrenmenin önemsendiği bir eğitim düzeni. 

Çocuklarımıza örgü örmekten tutun da sütü mayalayıp ev yoğurdu yapmayı öğrenme, yemeğini yapma, çayını demleme gibi birçok hayati ihtiyaçlarını giderebileceği bir öğrenme hayatı aşılayarak çocukları hayata hazırlarken eğitime de destek verdiğimizin artık farkına varmak lazım. 

Aksi taktirde devlet dersinde sınıf geçsin diye hayatı öğrenmekten de mahrum kalan çocuklar Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olan insanlar konumuna düşecekler. 

Her çağın bilge insanı Yunus Emre Risaletü’n Nushiyye eserinde 

“Hesabı her kimin yarına kaldı 

Tut eyle kim balıgı taşa çaldı” diyor. 

Balığı taşa çalmadan bizde hesabımızı bugünden yapmalıyız çocuklarımızı hayata hazırlarken. 

Daha fazla ziyan olmuş nesiller arkada 

bırakmadan, hayatı kucaklayan hayat ile barışık balığı taşa çalmayan suyu balığı bilen bilgelikte Yunus’u yol rehberi bilen kalıplarının kıyafetlerini giyen adamlar yetiştirme şiarı edinmeliyiz. 

 

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum