Kar tatili hikayesi
3
Hava soğuk, ekran beyaz, gök buz mavisi, genzi yakan kar kokusu, zaman sonsuz, mekan engebeli... git gidebildiğin kadar
Türkiye coğrafyası karı, dağı, depremi, afeti barındıran farklı özelliklere sahip bir yer. Her bölgenin ve mevsimin doğal bir afeti. Her afetin bir mağduru olur. Hafta sonu yaşadığımız Elazığ depremi bu acılardan biri.
On beş tatil, yaşadığımız coğrafyaya has kar tatili ile aynı döneme denk geliyor. Ortaokulu 1980’li yılların sonu 1990’lı yılların başına denk gelen bizler on beş tatili kara tatili derdik. Kente okuyan benim gibi köylülerin kar tatiliyle ilgili hikayeleri bitmez. O zaman bize zahmetli gelen, hayati tehlikeler yaşatan olaylar şimdi tatlı bir hatıraya dönüştü. Bize hikayesi olan insanlar kimliği kazandırdı.
Her on beş tatilde şehirden köye ve köyden şehre elli kilometreye yakın yolu, yürüyerek giderdik.
Yaşadığım coğrafya kar kış tipi fırtınanın en yoğun yaşandığı bölgeydi. Köy yolları, on beş tatillerde ekseriyetle kapalı olurdu. Bazen bir ay açılmazdı. Okullar tatile girince kaldığımız yurtlar da kapanırdı.
Şehirde okuyan bizler, aynı yol güzergahında oturan çocuklarla buluşur, havanın durumuna bağlı yola çakmanın gününe karar verirdik.
Lisede okuyanlar, ortaokuldakilere öncülük eder, bizler de onların kararlarına tabi olurduk.
Sırt çantalarımızla sabah erkenden yola çıkardık. On beş tatil, eve gitme sevincinin gerisinde kalırdı. Yüzler de akşam evde olmanın tebessümü. Uzun süredir görmediğimiz aile özlemi.
Önde liseliler, arkada ortaokullu olan bizler yaklaşık yirmiye yakın öğrenci tek sıra halinde birbirimizin ayak izine basa basa yola koyulurduk.
Sert karasal iklim. Evliya Çelebi’nin tabiriyle damdan dama atlayan kedilerin donduğu kadar hava soğuk . Coğrafya karın başkenti Doğu Anadolu, yer şekilleri engebeli. Nefes verişlerimiz buhar oluyor. Kış tüm bedenimizi ruhumuzu yoluyor. Eller cepten dışarı çıkmıyor. Karı katır kutur yolu yara yara ilerliyorduk.
Uzun araba yolunu bazen kestirmeden kısaltıyor. Vadiden aşağı salıyoruz kendimizi aşağı. Sonra yokuş yukarı nefes nefese kalıyoruz. Yol uzun günler kısa. Karanlık basmadan, kurda kuşa yem olmadan, fırtınaya tipiye yakalanmadan yol almamız lazım. Durup dinlenmeye vakit yok. Cebimizdeki somun ekmeği parçalayıp yiyoruz. Hedef belirliyoruz. Adımları sıklaştırıyoruz. Kaç aydır görmediğimiz aileye kavuşma arzusu yorulan adımlara motivasyon oluyordu.
Arada bir yanık türkü sesi soğuk havayı yarıyor. Uzaktan gelen ulumalar, yabani hayatın tehdit ve çetin yanı bizi ürkütse de iki elin sesi korkuyu gideriyor. Sabahattin Ali’nin “Ayran” hikayesini aratmayacak bir kış ve yabani hayat. Gördüğümüz tilkilerin şaşkın bakışları, tavşanların ürkek kaçışları, kartalların tepemizde çırpınışları. Beyazdan başka rengin olmayışı. Yaban hayatının ürküten korkusu soğuk kadar korkutuyordu orta ikide okuyan beni.
Öğleden sonra tane tane esen rüzgar, kar tozunu önüne katarak hareketleniyor. Durup havayı kokluyoruz. Tipiye döner mi hava ? Ürkmeyelim diye liseliler aralarında fısıldaşıyor. Belli ki havada karanlık bir düşünce, dörtnala bir fırtına sezmişlerdi.
Önden yüksek bir ses: Yolun çoğu bitti.
Rüzgarın hareketliliği kar tozlarına karışmaya meyilli. Adımlarımız yoruluyor, yol ağırlaşıyordu.
İlk köy göründüğünde gözlerimize gülümseme belirdi. Rüzgarda hareketlilik hızlanıyor, kar tozları yüzümüzü yalıyordu. Öndeki ile aramızdaki mesafeyi azaltıyor. Birbirimize siper oluyorduk. Az kaldı sözü dermanı azalan adımlara derman oluyordu. İlk köyün üstünden geçmeden bu köyde oturan arkadaşlar ayrılıyor. Rüzgardan birbirimizi yarım yamalak duyup vedalaşıyoruz.
Bizim köye üç köy kalmıştı, karanlığa kalmadan köye varma hesabındaydık.
Geçmiş gün, zihin zorlanıyor anımsamaları.
Bizim köy yolun sonuydu. Beş kişi kalmıştık. Yatsı ezanı okunuyordu. Diretselerde Arıcılar köyünde misafir kalmadık. Yarım saatlik yolumuz kalmıştı. Önümüzde mezarlık. Korkumuzu birbirimizden gizliyorduk. Hava eksi kaç dercelerdeydi. Kar dona dönüşmüştü. Mezarlıktan geçerken adımlarımızı sıklaştırdık. Pencerelerde çıraların aydınlığı, elektrikler yok. Havada donan köpek sesleri.
Önce beni eve bırakmaya karar verdik. Kapının açılması dışında gerisini anımsamıyorum ...
Türk milleti aptal mı ki kış gelince bayram etsin?
Kerime Yıldız
Suriye’de en kritik sorun
Taha Akyol
İsrail tehdidi ne kadar yakın?
Ahmet Taşgetiren
Beşşar Esad’ın sarayından görüntülerin düşündürdükleri
Fehmi Koru
Gülümsemenin gözlerini acıttığını biliyorum…
Mehmet Ocaktan
Balkan hezimeti ve ‘Türkiye Uyan!’
Yusuf Ziya Cömert
Eğitimde yapay zekâ devrimi mi?
İskender Öksüz
Çantacı!
Uğur Emek
İran Suriye’den vaz geçer mi?
Mensur Akgün
Türkiye’nin çulsuz ırkçılık bagajı
Mikdat Karaalioğlu
Bir Şuur Abidesi: Nevzat Kösoğlu
Bekir Fuat
Doğanın şifası yanı başımızda: Karabaş otu
Gamze Demirel
Hangi burçlar duygusal olarak daha derindir?
Gülşen Yeşilyurt
13 yıl önce 13 yıl sonra
İbrahim Kiras
“Çabuk gidin, bir gün daha beklemeyin...”
Mustafa Karaalioğlu