Zehirsiz Sofradan beslenmek

Tasavvufta şöyle bir olay anlatılır. İki sufi bir gün sabah erkenden buluşurlar. O gün sabahtan akşama kadar hiç konuşmadan ora senin bura benim demeden birlikte dolaşıp dururlar. Akşam vedalaşma vakti gelince “ne güzel sohbet ettik” deyip birbirlerine teşekkür ederek birbirlerinden ayrılırlar.

Dünyada öyle insanlar var ki yanına gidersiniz sizinle hiç konuşmazlar ama duruşlarıyla insan onların yanında o kadar huzurludur ki oturur ve yanından kalkmak istemez. Merhum Sezai Karakoç öyle bir bilgeydi. Yanında dururduk. Üstad pek konuşmazdı. Suskun hali bana çok şey söylerdi. Suskunluğuyla insana duruş kazandırırdı.

Geçtiğimiz günlerde tam da imam hatip liselilerin gündemde olduğu günümüzde imam hatip lisesi son sınıfta okuyan bir öğrenciyle tanıştım.

Öğrencinin yüzünden tebessüm eksik olmaz. Gülerken bulunduğu mekanı gül bahçesine dönüştürüyor adeta. Dalgalarını kontrol altına alan bir okyanus gibi dingin. Sükunette huzur bulmuş bir ruh. Mekanda ayakları yere basan bir beden. Nefsinin gemini eline alıp ömür atını nereye süreceğini bilen bir bilinç.

Eğitim camiasında bir söz vardır “Hayatta en büyük şans, öğrenciyken iyi bir öğretmene rastlamaktır." Bu sözü öğretmene de uyarlayabiliriz.

Öğretmen öğretince öğrettikleriyle evriliyor, eğiliyor, bükülüyor, şekilleniyor, zamanla öğrencilerin de katkısıyla bir şahsiyet kazanıyor.

Öğretmenin ekseninde bulunan huzurlu öğrenciler, öğretmenin tekamülüne sağlayacakları katkı ile öğretmenin doğru sofradan hayat gıdasını almasını sağlar. Öğretmenin beslendiği hayat sofrasını zehirsiz kılar. Huzurlu öğrenciler hocalarını kamil bir şahsiyete dönüştürür. Bu durum sadece öğretmenlik için geçerli değil herkese uyarlayabiliriz. Sadettin Ökten Hoca “insan beş arkadaşının toplamıdır.” diyor. Bir nevi insan hayat bulduğu sosyal çevrenin eseridir.

Yaşadığı toplumun evladıdır.

Dönelim mevzumuza. Öğrencimizin adı Seha olsun. Seha bir insanın saatlerce yanında oturup konuşmadan da sohbet edeceği bir öğrenci. Tedrisatı; noktası, virgülü yerinde kullanılmış bir kitap gibi. Hangi yüzünü açarsanız okuncak bir cümlesi var. Bir muallim onun hangi boş sayfasına mürekkebini akıtsa Sefa o mürekkepten amacın neye hasıl olduğunu anlar ve tepkisini doğru cümlelerle ortaya koyar. Çağın çocuklarının yakalandığı dikkat hastalığından eser yok hayatında. Sıkıldım kelimesinin de onun lügatında yeri yok. Yoruldum kelimesinin çözümüne bir yudum çay, bir serin su, insanın içini ferahlatan gülümseme kafi geliyor. “Hocam” deyişindeki içtenlik insana dile benden ne dilersen fedakarlığın tüm kapılarını açtırıyor.

Kalemine sahip çıkar. Kalemini düşüncenin sözcüsü kılar. Kalem ve düşüncede at başı giden bir uyum var. Düşüncenin silahşörü olan kalemi bir kılıç gibi kullanır. Yanlışa giden yolları ona kapattırır. Doğrunun kara rengini ak sayfalara çizer. Düşünme anında kalemi parmağında bir çember gibi dolandırır. Kalem elden düşmeyen bir anımsama. Hatasını başında taşıdığı silgiye sildirten bir kontrol aracı.

Kağıdı bir nakkaş gibi kullanır. Kaleme doğru bilginin, doğruyu bilmenin eskizlerini işler. Kağıt “boş kalmak istemem senin elinde.” der gibi bir hamur gibi kendini onun önüne seriyor. Kalemin de tüm mürekkebi, kurşunu onun hizmetinde. Sıcağa, sineğe, gürültüye rağmen Seha ibadet eder gibi öğrencilik vazifesini layıkıyla yerine getiriyor. Yüreğinde bir bayrak gibi taşıdığı amacına, hedefine adımlarını atarken bir şeylerin kendisini alıkoyma tuzakalarından kendini uzak tutuyor.

Geçirdiğimiz dört saatten sonra müsaade ile eve gidiyor. Bir dakika sonra elinde ney ile çıkageliyor. Evin tebessüm eden yüzüne yüzünü tutuyor. Saatlerdir öğrencilik yaptığı sandalyesine kuruluyor. Ayaklarını yere basıyor. Neyi kucaklıyor. Eve yüzünü tutup neye nefes veriyor. Neye nefes oluyor. Ney on sekizlik delikanlının elinde dile geliyor. Ben “Amak-ı Hayal” eserindeki gibi ney’den gelen ses ile devrialem ediyorum. Öğrendiklerim, bildiklerim, bilmişliklerimden arınıp ney’de bir hiç oluyorum. Ben bir hiçim ney’in bu feryat figanında. Bahçeden şehre yükselen ney’in feryadı beni hayal aleminden hayat aleminin seyrü sülükünde iniş çıkışlara yöneltiyor. Ses yankılanıyor. Ben yok oluyorum. Seha, ibadetin fenafillah makamında. Ney abd olmanın anımsatmasını şehre haykırıyor. Abdin Rabbe yönelmesine yol oluyor.

Bir süre sonra Neyzen Tevfik’in “Geçer” şiiri dudaklarımda:

“ Izdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer,

Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer,

Gam karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer,

Devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer,

Gece gündüz yok olur, an-ı dem adem de geçer

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum