Algı böyleyse, bu iktidarın, iktidarda işi ne?

Son dönemlerde okuduğum ilginç çalışmalarından birisi, İnsan Hakları Derneği’nin KONDA’ya yaptırdığı bir algı araştırması oldu. “Hapishaneler ve Mahpuslar Algı Araştırması, Ekim 2021” başlığını taşıyor.

Haziran ayı içinde 3285 kişiyle görüşülerek hazırlanan araştırma toplumun sadece hapishanelere değil, adalet sistemine bakışına da eğiliyor.

Adalet sistemi algısı, bireyin, toplumsal grupların ve toplumun düzen ve sisteme bakışını ortaya koyduğu oranda, başta sosyolojik, politik pek çok anlam taşır. Ülkenin demokrasi kalitesinin algılanması hakkında bir fikir verir.

Durum ne?

Araştırmaya göre, Türkiye’de adalet sistemine güven sadece yüzde 31.

Diğer bir ifadeyle toplumun üçte ikisi, yüzde 69’u adalete güvenmiyor.

Yaş gençleştikçe, eğitim seviyesi arttıkça güvensizlik oranı yükseliyor. Oran 18-32 yaş arasında yüzde 80, üniversite mezunlarında ise yüzde 82.

Güvensizlikte yaşam tarzına dayalı bir ayrışmayı, dolaylı bir siyasallaşma da söz konusu.

Muhafazakar iktidarın şekillendirdiği mevcut adalet sistemine güvensizlik modern kesimlerde yüzde 86’yla çok yüksek. Geleneksel muhafazakar kesimde bu oran yüzde 70’e, dindar muhafazakarlarda yüzde 47’ye, kendisini sofu olarak tanımlayanlarda ise yüzde 43’e düşüyor. Bu ayrışma şüphe yok ki anlamlı, ancak ayrışma kadar güvensizliğin muhafazakar kesimlerde de görece yüksek seyretmesi de dikkat çekici.

Araştırma benzer bir tasnifi etnik köken bakımından da yapmış. Türk ve Kürt kökenliler arasında oldukça önemli sayılabilecek 20 puanlık bir fark ortaya çıkmış. Türk kökenlilerde güvensizlik yüzde 65 iken, oran Kürt kökenlilerde yüzde 84’e çıkıyor.

Okumaya devam edelim…

Haksız yere hapis yatanların olduğunu düşünenlerin oranı nedir dersiniz?

Yüzde 72.

Peki, bunun son yıllarda arattığını düşünenlerin oranı?

Yüzde 79.

“İnsanlar düşünceleri nedeniyle hapse düşüyor mu?” sorusuna deneklerin yüzde 19’u katılıyorum, yüzde 47’si kesinlikle katlıyorum yanıtı vermiş.

Adalet sisteminin ayrımcılık yaptığına dair kanı da hiç hafife alınacak düzeyde değil ve bir anlamda algıda sistemin mağduriyet haritasıyla ilişkili: En çok ayrımcılığa uğradığına inanılan kesim yüzde 42’ye kadınlar. Daha sonra yüzde 35’le gazeteciler, yüzde 33’le siyasi muhalifler, yüzde 28’le Kürtler geliyor. Kürtlerde bu oran kendilerine yönelik olarak yüzde 68’e çıkıyor.

Algılar önemlidir. Hem kendi başına bir yargıyı ifade eder, toplumdaki eğilimleri gösterirler, hem gerçekliğin önemli bir boyutunu oluşturur.

Yukarıdaki tablo bu bakımdan son derece anlamlıdır.

Algı düzeyinde ülkede keyfi bir adalet sisteminin varlığına, ayrımcılık yapıldığına, bu bakımdan güvensizliğin had safhada olduğuna işaret etmektedir.

Bu durum, kitabi tanımlar bakımından, bir ülkede devletin yokluğunu anlatır.

Aynı durum, fiili bakımdan ele alındığında, hukuk ve adalet dışı bir siyasi merkezi, yasalar, seçim meşruiyetiyle kuşatılmış nobran ve keyfi bir hükümranlığı ve onun devletini resmeder.

Zaman zaman kullandığımız Kafkas modeli tam da bu keyfiliği resmetmektedir:

“Güçle tam özdeş siyaset algısı, siyasi hükümranlıkta keyfilik, bu çerçevede yaşanan anayasal yapılanma, çoğunlukçu ve seçimli otoriterlik…”

Nitekim soru şudur: Bu tablo, kamuoyunun bu bakışı muhtemel bir değişme mi yoksa muhtemel bir derinleşmeyi mi işaret etmektedir.

Soru doğaldır.

Zira bu algı muhtemelen yeni değil ve muhtemelen bir kesim için bu algının siyasi davranışa pek etkisi yok.

Bu kıskaçtan çıkışın yolu, adalet arayışı, devlet restorasyonu ve siyasetin iç içe girmesidir.

YORUMLAR (29)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
29 Yorum