Bir iddia, bir resim
İddia
Suriyeli mültecilerin çoğunluğuna ev sahipliği yaptığımız malum. Ayrıca, Suriye’yle uzun sınır hattı, Türkiye’yi bu ülkenin kuzeyindeki savaş ve göç mağdurlarıyla temas için bir üs haline getiriyor.
Fransa merkezli Medecins du Monde (Dünya Doktorları) adlı kuruluş, bu üssü etkin şekilde kullanan bir sivil toplum örgütü. Dünya Doktorları dünya çapında bilenen etkili yapı, kriz olan, çatışma, afet olan her yere koşuruyor. Bu örgütün sadece, Türkiye şubesi (Dünya Doktorlarının Derneği -DDD-). 2020 itibariyle 15 milyon euroluk bir bütçeye ve 400 çalışana sahipti. Dernek, Türkiye’den hareketle Kuzey Suriye’deki mültecilere seyyar klinik ve ruh sağlığı desteği sağlıyor. Bu çerçevede bugüne kadar Afrin’de 8 bin, İdlib’de 16 bin tıbbi muayene gerçekleştirmiş. Bu programlar AB, diğer MDM şubeleri ile İsviçre ve Fransız hükümetleri tarafından finanse ediliyor.
Pek güzel…
Ancak Le Monde gazetesinde 18 Temmuz günü yayınlanan bir makale Türkiye Dünya Doktorları Derneği’ne (DDD) yönelik ciddi itham ve soruları gündeme getirdi. Le Monde, DDD’nin 17 eski çalışanıyla görüşmüş. Derneğin bir eski çalışanının “İlaçları, hiçbir kamuya açık ihaleye çıkmadan diğer Suriyeli ve Türk derneklerden %40 daha pahalıya satın aldık” sözleri, Dünya Doktorları Derneği başkanı Hakan Bilgin’in eşinin firmasından yapılan kimi alım iddiaları ve faturalar oynanma suçlamaları oldukça ağır ve ciddi ithamlar.
Durum, İddialar mülteciler, insani yardımlar kadar Türkiye’yi de ilgilendiriyor.
Velhasıl ilgilenilmeye muhtaç…
Resim
Seçimlere doğru iktidarın ölçülen oyları azalıyor, ancak demokrasiyi, hukuku hiçe sayan hak ihlalleri, bu ihlallere zemin hazırlayan gelişmeler bitmek bilmiyor.
İstanbul Sözleşmesi konusunda yaşanan yeni gelişme bunlardan biri.
İstanbul sözleşmesi, malum, kadına yönelik şiddetle mücadeleye yönelik uluslararası bir belge. Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti hedef alıyor, bununla mücadele için imzacı ülkeleri hukuken bağlayan standartlar öngörüyor.
Sözleşme Mart ayına kadar Türkiye dahil Avrupa Konseyi üyesi 20 ülkenin imzasını taşıyordu. Bu tarihte Türkiye bir cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle sözleşmeden çekildi. Çekilme gerekçesi, sözleşmenin, yani ev içi şiddetle mücadelenin aile yapısına zarar vermesiydi.
Bu akıl almaz mantık ve kararnameye karşı Danıştay’da iptal davası açılmıştı. Savcı bile kararnamenin iptalini istemişti. Beklenti ve umut da oydu.
Ama gelin görün ki, kuvvetler birliği Türkiye’sinde sonuç böyle olmadı. Danıştay, iptal başvurusunu reddetti.
Ret gerekçesi ise şöyleydi: “Cumhurbaşkanının TBMM’nin onaylanmasını uygun bulduğu bir uluslararası andlaşmayı onaylama zorunluluğu” yoktur, “bir uluslararası andlaşmanın onaylanması, yürütme yetkisine ilişkindir,” iptal karanamesi “konu bakımından yetki kurallarına uygun”dur.
Gerekçe bir yönüyle hukuksuzluğu tescil ediyor ediyor, diğer yönüyle Türk siyasal sistemini, anayasasını, zihniyetini resmediyor. Resmin anlattığı şudur: Cumhurbaşkanı ne derse o.