Bize dair…

Evrensel değerler lafı Türkiye’de sağcı veya solcu ortalama muhafazakarı rahatsız eder. Onlar için evrensel değerin ima ettiği Batı ve “öteki”dir. Bir taraf için yerli değerlerin hasmı, bu değerlere yönelik tehdittir. Diğer taraf için, içe kapalı, otoriter milli düzen için “emperyalizm” etiketi taşıyan bir tehlikedir. Velhasıl evrensellik bu ortak bakışa göre ideolojiktir.

Öyle midir gerçekten?

Birkaç yıl önce verdiğim “siyasi ideolojiler” dersinde konuya giriş yapmadan önce, öğrencilere liberalizm nedir” diye sorduğum zaman, “buraya ait olmamak”, “yozluk” “sömürü”, tarzı yanıtlar aldığımı hatırlıyorum.

Öyle midir?

Bu yanıtların nedeni, siyasi liberalizm ile insan hakları gelişimi arasındaki bir bire ilişki olduğunu bilmemekten mi kaynaklanır yoksa bilerek yok saymaktan mı?

Sıkça başvurduğunuz, ihtiyaç duyduğunuz, hukuk düzeninize kattığınız, doğal kabul ettiğiniz insana dair hakları bir kültürün ya da havzanın veya medeniyetin uzantısı kabul ettiğiniz zaman elinizde iki yüzlülükten başka ne kalır?

Aşı oluyor, cep telefonu kullanıyor, uçağa biniyor, kadın, çocuk, çalışan haklarından söz ediyoruz.

Bunlar gökten düşmediler. Dünyanın şurasında ya da burasında insanlar tarafından üretildiler, işçiler, kadınlar tarafından mücadeleyle ve bedellerle elde edildiler.

İnsan tek başına ne anlam taşıyabilir ki? İnsan, insanlık zinciri içinde ve bu zincir sayesinde vardır. Herhangi bir zamanda kazanılmış bir hak, bunun sonucunda gelişmiş bir ilke veya üretilmiş bir teknik, teknoloji, onu kazanan veya üretenin kimliğinden bağımsız olarak tüm insanların olur. Evrensel olan, evrensellik özetle ve aslında budur. Evrensellik yerel olarak üretilmiş tüm değer ve girdilerin oluşturduğu bir bütündür.

Dışlayıcı bir yerli ve milli safsatası yerine evrensellik ağacının dalı olan bir yerellik…

Ayrıştırarak akıl yürütmek bu tür bir evrensel girdidir.

Ayrışma fikri çağdaş ve katılımcı demokrasinin kurucu asgari koşullarından belki de en önemlisidir.

Siyasetin, iktidarın, hukukun, bilginin, hem devlet katında hem toplumsal katmanlarda birbirinden özerk olabildiği duruma işaret eder.

Bu üçlü arasında etkileşim kadar bir mesafenin de olması, zihniyet kalıpları ve etik kuralların bu ayrışma fikrine dayanması, ayrışmayı koruma altına alması, hatta ilke kılması, çoğulcu ve katılımcı çağdaş demokrasinin temel koşulundandır.

Bu koşullar şu üç basit, ancak yaşamsal ilkeye gönderme yapar: Özgürlük, eşitlik ve özerklik (düşüncenin siyasal ve eylem karşısında özerk kalabilme imkânı).

Özerklik yerine kapsayıcı otorite fikrini, özgürlüğe karşılık itaat kavramını, eşitliğe karşı hiyerarşiyi koyduğunuz zaman ise ulaşacağınız düzen baskıcı ve sıkça otoriter nitelikli olur.

Aslında bu kavramlara yol veren ve ayrıştırma mantığının temelini oluşturan, hayatın her alanını kapsayan belirleyici üç hal, ana belirleyici kavramlar “meşruiyet”, “görecelilik” ve “içe bakış”tır... Toplumsal, ahlaki, siyasi meşruiyet...

Zamana, mekana, insana, kültüre oranla görecelilik...

Toplum ve kişilerin kendilerini sorgulama alışkanlığı...

Onlar, sizi, toplumsal, siyasal ve kültürel alanda mutlak olandan uzak tutarlar, içeriden, zamana, mekana, ‘öteki’ye endeksli bir bakışa zorlarlar.

Bu kendiliğinden bir mekanizmadır, zihniyet merkezli emniyet supabıdır. Nitekim ortak akıl, kolektif akıl, deneyimden gelen bilgelik denilen şey, geçmişten, töreden, vicdandan gelmez, böyle bir sistematik içinde ürer…

Aksi halde öfkenin, duygunun, tekil düşüncenin, tek bir vicdanın, farklılıkları tek kutuya sıkıştıran benzeştirme çabasının girdabına düşülür.

YORUMLAR (23)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
23 Yorum