Bu işin sonu nereye varacak?
Birkaç gün önce Bahçeli şöyle diyordu:
“Fiyatların yükselmesi, faiz-döviz kuru arasındaki ilişkiyle değil, vatana ve millete yönelik ekonomik suikastla bağlantılıdır. Türkiye’nin döviz piyasasıyla oynayan kimlerdir? Fiyat artışlarının içinde kim varsa, vatandaşlarımızın ekmeğine, sofrasına, cüzdanındaki paraya kimler doğrudan veya dolaylı musallat olmuşlarsa analarından doğduğuna pişman edilmelidir. Çünkü mesele milli güvenlik meselesi haline dönüşmüştür…”
İlk kez söylediği bir tespitine katılıyorum Bahçeli’nin.
Doğru, mesele milli güvenlik, hatta insani güvenlik meselesidir...
Doğru ancak, bunun arkasında sadece kendi ortağı, doğrudan doğruya siyasi iktidarın akıl dışı ekonomik politikaları bulunuyor.
Şimdi önemli olan yanıt bekleyen sorular:
Direksiyonda Erdoğan, ufukta enflasyonist politikalar var. Enflasyon-ücret zammı fasit dairesiyle iktidar ne kadar idare eder, halkı ne kadar ikna eder? Hazine yüklenerek aldığı ara tedbirlerle ne kadar yol alır. Dövize endeksli mevduat ile başladığı gizli faiz politikası ne kadar işe yarar? Tutmaz, belirsizliği gidermeye yetmezse ne olur?
Ve diğer önemli bir soru: Bu muhtemel politikaları kuşatacak ideolojik anlatının hala bir karşılığı olur mu?
Malum, kendi Türkiye hikayesine, ideolojik söylemine yeni taşlar eklemekte Cumhurbaşkanı.
Diyor ki, “dünyada bir süredir yaşanan ve salgın süreciyle hızlanan gelişmeler, ekonomik işleyişin klasik iktisat teorileriyle açıklanamayacak yeni bir seviyeye evrildiğine işaret etmektedir. Karşımızdaki bu tablo bizi bir tercihe zorlamıştır. Ya ülkemizde eskiden beri hakim olan anlayışı sürdürecektik, ya da kendi önceliklerimize göre yolumuza devam ederek tarihi bir mücadeleyi göze alacaktık. Biz mücadeleyi tercih ettik. Türkiye’nin her kalkınma hamlesinin önünün darbe, vesayet, krizle kesilerek IMF, Dünya Bankası, mandacı iktisatçılarımız tarafından yönlendirmeye çalışıldığı gerçek işte budur… Küresel finans çevrelerinin ülkemizi bunca zamandır ekonomik boyunduruk altında tutanların şimşeklerini üzerimize çektiğimizin de elbette farkındayız. Ülkemizin ve milletimizin ekonomik kurtuluşu için böyle davranmamız gerekiyor.”
Bu yolda ilerleyerek, Erdoğan, önümüzdeki seçimlerde iktidarda kalmaya devam edebilir mi? Bugüne kadar yürütülen “gelecek-varoluş, büyük ve bağımsız Türkiye” merkezli siyasi hikaye hala ikna edici olacak mı? Ya da bireysel fayda-ideolojik kaygı karşılaşması bu kez nereye varır?
Dahası var.
Enformel iktidar ortakları, örneğin devlet aktörleri krizin sonuçları derinleştikçe Erdoğan’a desteklerini sürdürecekler mi? Erdoğan’a yakın iş adamlarının muhalefet partilerinin peşinden koşmasını andıran alternatif arayışlar başlayacak mı?
Erdoğan, bu krizin, bu işin içinden çıkarsa, kriz ve başarı birlikte yaşayabilirlerse, Türkiye, sonuçları, ortamı ölçülmesi, tanımı verilmesi zor bir ufka doğru ilerliyor demektedir.
Ne var ki bu işin sonu olmaz.
Hukuk ve ekonomide milli yerli modeller tehlikelidir ve hep aynı kapıya çıkarlar, koyu otoriterliğe, fakirleşmeye, içe kapanmaya çıkarlar.
Başka ne diyor Bahçeli?
“Stokçular, karaborsacılar, fırsatçılar, ekonomik bylokçular, iç ve dış ihanetin azılı failleri devreye girmişler, millete ve devlete saldırı üstüne saldırı planlayarak harekete geçmişlerdir. Oyun büyük, oyun vahşi, oyun düşmancadır. Türkiye spekülatif atakların hedefindedir…” diyor…
Otoriter uygulamalara, beceriksizliklere, akıl dışı tutumların sonuçlarına bahane uydurmak, faturayı içerideki düşmana, dış güçlere çıkarmak, bir yerde güç kuşatması ve sarhoşluğuyla, denetimsizlikle, kendisini göklere yerleştiren bir eğinin geldiği noktayla Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e, dünden bugüne tüm tek adam düzenlerinde yaygın olmuştur. Bu tür rejimlerin sonunu da bu irrasyonelliğin yol açtığı sonlar getirmiştir.