Her tarafımız dökülüyor
Erdoğan, Bahçeli esip gürlüyor, iktidarı eleştirenlere…
Peki, bu imar barışı işini ne yapacağız?
Nereye koyacağız?
Oy almak için binlerce çürük, kırık binaya af getiren iktidar bunun hesabını vermeyecek mi?
Bugün “devletin bütün olanaklarını seferber ettik, muhalefeti affetmeyeceğiz, bu büyüklükte afet karşında, yüzyılın afeti karşısında tedbir alınamazdı” diyenler, daha dün verdikleri bu karardan dolayı hiç vicdan azabı çekmeyecekler mi? Vebal altında oldukları akıllarına gelmeyecek mi?
Erdoğan’ın 2018 genel seçimlerinden önce uygulamaya soktuğu “imar barışı”, bugünkü sonuçlarıyla ortada.
Ne diyordu Erdoğan?
“İmar barışıyla toplam 205 bin Hataylı vatandaşımızın sorunun çözdük”, “İmar barışında ülkemizin her yerinde olduğu gibi Gaziantep’te de vatandaşlarımızın çok önemli bir sıkıntısını çözüyoruz”, “İmar barışıyla 144 bin 556 vatandaşımızın sorununu çözdük” diyordu…
Neydi yaptığı?
Sadece son deprem bölgesinde, 300.000’e yakın binanın, evin eksikleri ve kusurlarının bir kanun maddesiyle örtmek…
İstanbul Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Buğra Gökçe şunları söylüyor:
“2018 İmar Barışı uygulaması önceki imar aflarından boyut, kapsam, nitelik bakımından ayrılır. Bu kanunla 2018 yılına kadar imar mevzuatına aykırı durumlar beyanla kayıt altına alındı. Bakanlıktan alınan yapı kayıt belgeleri ile sorunlu konutlar korundu. Türkiye çapında 3 milyon 152 bin yapı kayıt belgesi verildi. Depremin etkilediği 10 ilde 294 bin 166 yapı kayıt belgesi düzenlendi. Adana’da 59 bin, Hatay’da 56 bin, Gaziantep’te 40 bin, Kahramanmaraş’ta 39 bin yapı kayıt belgesi verildi…”
35.000 bina ağır hasarlı deprem bölgelerinde…
211.000 konut yıkıldı…
Hangileri imar affından yararlandı?
Geriye söylenecek söz kalıyor mu?
Ve deprem sonrası…
Kardeşlerinin, yeğenlerinin göçük altından çıkarılmasını göçük başında bekleyen Sadullah Ergin, İsmail Saymaz’a şunları söylemiş:
“İlk üç gün olaya vaziyet etmekte gerçekten geç kalındı. Bizim buraya iş makinası dördüncü gün gelebildi. AFAD’a kayıt yaptırdım. Dün (Geçen perşembe) sabah artık, baktık ki… Üç gün geçti. Ondan önce vatandaşlar kazma kürekle çıkarabildikleri kadar çıkardılar. Ablamın kızı ve eşi dört çocuğunu kendi kayınbiraderleri kazma kürekle çıkarıp götürdü. Gelen imkanlar koordine edilip doğru yerlere sevk edilip harekete geçirilemedi…”
Bu ağır zaafın, bu sorumluluğun bedeli olmayacak mı?
İspanyol televizyonu RTVE’nin, Adana havaalanında Türkiye’den ayrılan kurtarma ekipleriyle yaptığı söyleşilere kulak verelim.
“Türk hükümeti enkazlara iş makinalarıyla girmeye karar verdi. Makinalar insanları öldürür. Böyle bir şey bir sürü insanın ölmesi demek. Biz bunun parçası olmayacağız…”
“Daha iyi bir organizasyon olsaydı, yetkili kurum veya hükümet daha sağlıklı bir organizasyon yapabilseydi elimizde bulunun imkanlardan çok daha iyi yararlanabilirdik…”
Neresinden tutsanız elinizde kalıyor.
Gelen sesler sadece acılı insanların acılarından kaynaklanan öfke, tepki feryatları değil…
Beceriksizliğin, likayatsızlığın, aşırı merkezileşmenin bir sonucu…
“Erdoğan acaba ne der” korkusuyla ilk anda inisiyatif alamayan mülki amirlerin, yeteneksiz, tecrübesiz AFAD yöneticilerinin ülkesi olmak zorunda mıyız?
Balık baştan kokar…
Hem de nasıl kokuyor…