Hrant ve “zamanın ruhu”
Yarın Hrant Dink’in öldürülmesinin 17. Yıldönümü…
O öldürüldüğü gün 5-6 yaşında olan çocuklar bugünün üniversite öğrencileri...
Siyaseten öldürme, “failler ve ebedi kinleri, zaman ötesidir.
Katillerin zihniyeti Hrant’tan önce de yaşıyordu, bugün de burada.
Hrant Dink, şimdi bu zihniyet lanetlenerek anılıyor.
Ancak bir de zaman var. Hrant’ın yaşadığı zamanın ruhu, var.
Kimdi, ne yaptı, niye yaptı Hrant?
O dönemin hassasiyetleri, dengeleri, mücadeleleri, ortak demokratik zihniyeti neydi? Hangi olaylarla, tartışmalarla, mücadelelere kuşatılmıştı?
Hrant’ı yerli yerine oturmak, hatta neden öldürüldüğünü anlamak bakımından bu sorular da önemlidir.
Ne var ki, Türkiye’de yerleşik “post mortem” bir siyasi bakış alışkanlığı, bir siyasi kopuş kültürü var.
Dönemler, bir öncekileri karalayarak, sil baştan ve kopuş içinde ele alınırlar. Özellikle genç nesiller bakımından geçerlidir bu. Oysa, bu bakış, hayatın akışına terstir.
Özellikle siyaset, siyasi mücadeleler söz konusuyla…
Siyaset de, mücadele de, döneminin hassasiyetlerini, doğrularını, dirençlerini içinde taşıyan bir süreçtir.
2004-2007 arası Türkiye bakımından özel bir sayfayı oluşturan dönem bunu iyi özetler.
Türkiye, demokratların da arzusu istikametinde, Avrupa Birliği ilkelerini benimseyerek, hak ve özgürlükler şemsiyesi altına girmeye çalışıyor, Kürt sorunundan laiklik meselelerine, 1915 ve tarihle yüzleşme çabalarından, kimlikler arası barışa değin bu şemsiyenin gölgesi altında sorunlara çözüm bulabileceğini, en azından bu çerçevede oluşacak zeminde yol alınabileceğini düşünüyordu.
Hrant Dink için örneğin, Avrupa projesi bundan ötürü önemliydi.
Siyasi mücadeleler de o tarihler arasında bu çerçevede yaşanıyordu.
Demokratik değişime doğru demokratik ilkeler şemsiyesi altında ilerlemek ile buna itiraz edenler arasında büyük bir mücadele vardı.
Ordu, Annan Planı kabul edilirken kendi içinde müdahale tartışmaları yapıyordu.
Veli Küçük, Kerinçsiz, Perinçek gibi ulusalcılar ile ülkücü gruplar el ele vererek direnişi temsil eden gösteriler yapıyorlardı.
Hrant bu iklimde ve bu iklime katkı olarak iki önemli çıkışın bayrağını cesaretle, meydan okuyarak taşıyordu.
İlki, demokratik projeyi toplumsallaştırması, toplumsal bakımdan seferber eden öncülerden olmasıydı.
Demokratikleşmenin toplumun kendisiyle, tarihiyle, vicdanıyla yüzleşmesi üzerinden yaşanabileceğini, kamuoyunun gündemine getiren ilk adımı o attı. Televizyon programlarında, 1915, soykırım-katliam-mukatele tartışmalarını meşru kılan hamleleri o başlattı. 2005’te siyasetin ana meselesi haline gelen, ulusalcı çevrelerde büyük tepkiyle karşılanan “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler” toplantısı bu çerçevede mümkün olabildi.
İkinci bayrak Dink’in bir Türkiye aydını, gazetecisi, aktvisti olarak Ermeni cemaatini, diğerleriyle eşit bir topluluk, eşit yurttaşlar olarak Türkiye’nin siyasi alanına taşıma çabasıydı. Bu çaba, gerek diyasporada, gerek Türkiye’deki kimi çevrelerce öfkeyle, bir statüko değişimi olarak karşılandı.
Hrant hem Ermeni cemaatinin, hem tarihle yüzleşme çabalarının, hem Türkiye’nin demokratikleşme dalgasının öncülerinden biriydi.
Tehditler, davalar, infazlar bu çerçevede ortaya çıktı.
Onu, onun söyleriyle anarak bitirelim.
19 Mayıs 2006. Dink öldürülmeden tam 8 ay önce Antalya’da, 20. Alman-Türk Gazeteciler
Semineri’nde konuşmasında şunları söylüyordu:
Derindeki o yüksek mühendisler Türkiye’nin gelecek dönem siyaset yelpazesini
hazırlamak için harekete geçtiler ve hiç yeri yokken, Doğuda Kürt sorunun yeniden sokağa
taşırılmasıyla benim “yükseltilen milliyetçilik” olarak tanımladığım bir ruh halini Türkiye toplumunun genel bir ruh haline dönüştürmeye çalışıyorlar … Oy tırtıklanacak yeni ruh halleri üretmek ve bunu seçimin sloganına dönüştürmek gerekiyor. Bunlardan bir tanesi milliyetçilik, yükseltilen milliyetçilik… Şimdi şu son olaylara baktığım zaman (rahip Santoro” cinayeti, Danıştay saldırısı) Türkiye’de o derin mühendisliğin hareket geçip önümüzdeki siyaseti (bu siyasetin içinde cumhurbaşkanlığı seçimi de var, genel seçimler de var) dizayn etmeye başladığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Hrant’ı özlemle anıyorum…