Kılıç

Bir köşede, Bahçeli’nin, 14 yıl önce bir MHP kurultayında söylediklerine denk geldim.

Şöyle demiş:

“… Türkiyemiz kuşatılıyor, milletimiz yargılanıyor, üniter yapı sarsılıyor, değerlerimiz tartışılıyor, tarihimiz sorgulanıyor, beraberliğimiz parçalanıyor, vatanımız hançerleniyor…”

Bu lider bugün hala aynı şeyleri söylüyor.

Ona, bir süredir, 2006’da, bu sözlerle hedef aldığı, kanlı bıçaklı olduğu AK Parti lideri, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da eşlik ediyor.

Artık ülkeyi bu dil, bu bakış yönetiyor.

Son dönemlerde pek çok siyasi konu, örneğin Ayasofya’nın bir anda yoktan var edilmesi, iktidar bakımından bu denli büyük bir mesele haline gelmesi, önemli bir yönüyle, bu bakışın akisleridir.

Bunlar, iktidar sahiplerinin kendi kendilerine oluşturdukları yapay bir endişeyi gidermek için verdikleri pek de yapay olmayan, demokrasiyi, farklı olan ve hissedenler için güven duygusunu örseleyen, örselemesi istenen siyasi bir yanıtlardır.

“Düşman korksun, dostlar teskin olsun” anlamına geldiği söylenen, din adamının minbere elinde kılıçla çıkması, bunun Ayasofya gibi asırlar boyu hem kilise hem cami olmuş bir mabette, en kritik günde yapması, herkes için aynı duyguyu mu ifade ediyor dersiniz?

Bir tarihte yaşadıkları kıyıma Seyfo (Kılıç) adı veren Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Süryaniler, 1915’te hayatta kalan hrıstiyan çocuklar için kullanılan “kılıç artığı” tabiriyle bugün hala yaşayan Ermeniler ne düşünüyorlardır acaba?

Bunlar, tek tek grupları ve tarihi aşan, bir zihniyet devamlılığına işaret eden yanıtları belli sorulardır.

Siyasi iktidarın şiarı olan “tehdit, tehlike, fetih, biz” söyleminin bir yüzünde meydan okuma, bu meydan okuma üzerinden, “güce”, “bize”, “düne” referans veren tek kimliğe yönelik bir özgüven inşası vardır.

Ama diğer yüzde, ilk yüzün bir devamı olan, endişe, dahası endişeye bağımlılık bulunmaktadır.

Ülkedeki her gerilimi, her sorunu, Türk milletine ve onun değerlerine karşı planlı ve sistemli saldırılarla açıklayan, her eleştiriyi bunlarla özdeşleştiren “tehdit”, “tehlike”, “düşman bağımlılığı”, bugün sıkça olduğu gibi, sadece iktidar zaaflarını, hatalarını, beceriksizliklerini kapamak için kullanılan bir araç değildir.

Aynı zamanda, yine bugün sıkça su yüzüne çıktığı gibi, derinde yatan, hemen her bakışı, seküleri, muhafazakarı aynı anda kuşatan kurucu bir duygudur.

Bir dönem Sevr paranoyasıyla dışa vuran, Kuvayı Milliye çağrılarıyla, Ali Kemal, Damat Ferit Paşa benzetmeleriyle, iç düşmana karşı sürekli teyakkuz şiarlarıyla aşina olduğumuz bu bakış, bugün, “üst akıl”, “Batı kuşatması”, “Türkiye’yi bölme ve zayıflatma planları” gibi tabirlerle kendisini başka bir kesimde gösteriyor.

Paralellik aşikardır.

Bu paralellikte yönetmekten, siyasetten anlaşılan, iktidar kavgası, hakimiyet kurma, kendi geleneğini, kendi değer sistemini dayatma, buna karşın siyasi, kültürel, etnik “öteki”ye ait tüm izleri silmekten ibarettir.

Bu ortak siyaset anlayışı, o zaman, farklı girdiye, öneriye, değişime karşı öfke, tepki, şiddet ve korkuyu sistemleştirme halinden başka bir şey değildir.

İktidarın ideal gördüğü düzeni, değeri, geleneği sarsacak değişim dalgalarına, dolayısıyla yaşayan tarihe karşı “sürekli seferberliği” ifade eden bir anlayıştır.

Bu anlayış bu ülkede hep yaşadı, ama hiç bir zaman bu denli köklü destekle, bu denli derinleşmedi.
Türkiye gerçekten yol ayrımında...

YORUMLAR (59)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
59 Yorum