Sancar’a kulak vermek
Türkiye’nin solduğu keskin siyasi ortam, siyaset ve muhalefet ilişkisini dahi kuşattı.
Bugün bu ilişki, gelecek fikri, siyasi ve toplumsal tasavvur önerisi üzerine oturmaktan veya kültürel ve sınıfsal bir temsili taşımaktan çok, Cumhur ittifakını iktidardan uzaklaştırmak arayışını ve imkanlarını ifade ediyor.
Siyasi ortam daha şimdiden plebisit havası taşıyor.
Bu hava, Cumhur ittifakının demokrasi ve hukuk bakımından ülkeyi soktuğu çıkmazın bir sonucu. Otoriterleşme ve keyfileşmede derinlik her geçen gün o denli hız alıyor ki, siyasetin, düz bir karşı ittifak haline indirgenmesini o oranda kaçınılmaz, hatta zorunlu hale geliyor.
Muhalif partiler hangi çerçevede bir araya gelebilirler? Hangi çerçevede bir araya gelmeliler?
Birlikteliği üç ayaklı bir çerçeve mümkün kılabilir.
Birincisi, elbette, ortak ve güçlü bir aday bulmak ve göstermektir.
İkincisi, seçim sonrası için ağırlıklı olarak bir “iktidar olma programı” değil, bir “demokratik restorasyon programı” açıklamak olmalıdır. Siyasi partilerin böyle bir hedefle bir araya geldiklerini, ortak adayı bu çerçevede seçtiklerini, seçim kazanılması halinde bu restorasyonu hayata geçirecekleri ilan etmeleri gerekir.
Üçüncüsü, söz konusu restorasyonu hayata geçirecek ekibi katılımcı ve ortaklaşa bir yöntemle belirlemek, bir anlamda, muhalif alanda, özellikle yapılacaklar ve demokrasi konusunda iş birliği ve uzlaşma yapmak olmalıdır.
Tek aday, tek gündem, simgesel olarak toplumsal sözleşme iradesi temsil edecek katılımcı uzlaşı...
Bu nasıl mümkün olabilir?
Bunun iki önkoşulu var:
Her şeyden önce bireysel ve kurumsal egoların törpülenmesi şarttır. Siyasi partilerin aday belirleme konusunda partisel tercihlerini dayatmayacakları ilan etmeleri gerekir. Davutoğlu, Babacan, Sancar-Buldan ve Karamollaoğlu’nun bu bakımdan bir engel çıkarmaları pek ihtimal dahilinde değil. Meral Akşener, bir süre önce yaptığı açıklamalarda kişisel olarak adaylık konusunda ısrarcı olmayacağını söylemişti Bu durumda, CHP’nin, bu konuda kımıldamaya başlaması, kimi sinyaller vermesi ittifak siyasetini canlandırabilir.
İkinci olarak, siyasi partilerin ideolojik uzlaşmazlıkları koşul haline getirmeden, bunları aşmanın pratik yollarını aramaları kuşatıcı bir ittifak için kaçınılmazdır. Bu bakımdan en zor görünen mesele, HDP’nin ittifak siyasetinin neresinde ve nasıl yer alacağıdır. Açıktır ki, tüm muhalif partiler şu ya da bu dozda, HDP’yle adı konmuş bir ortaklık konusunda ciddi çekincelere sahipler. En katı olan, uzlaşmazlığı bayrak kılan muhalif parti de malum, İYİ Parti.
Ancak şu da bir gerçek: HDP, yüzde 10’u aşan oy potansiyeliyle muhalif seçmen gücünün önemli bir parçasını temsil ediyor. HDP olmadan, muhaliflerin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ı yenmeleri müşkül.
Nitekim düzenli kamuoyu araştırmaları yapan Ankara Enstitüsü’nün Araştırma Direktörü Hatem Ete’nin, bu konudaki tahmini, “cumhurbaşkanı adayının belirlenmesinde HDP dışlanırsa, bu partinin seçmenin en az yüzde 5 fire verecek olduğu” yönünde. Bu, hafife alınmaması gereken bir tahmin.
Peki, yukarıda belirttiğimiz ikinci önkoşul bu durumda nasıl gerçekleşecek? Muhalif diğer siyasi partiler HDP’yle nasıl bir araya gelecekler?
HDP Eşbaşkanı Mithat Sancar bu konuda Türk siyasetinin önünü açan, muhalif ittifakın imkanlarına işaret eden son derece önemli bir açıklama yaptı, bir süre önce. “Biz kendi başımıza yeteriz. Millet İttifakı’nda biz olmayacağız” diyordu. Diğer muhalif siyasi partileri rahatlatan bir açıklamaydı bu. Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili olarak ise “ortak adayın belirlenmesinde elbette bizde olmalıyız” diyordu.
HDP’nin sisteme tam girişini, programsız, koşulsuz, katılımcı bir siyasi ve demokratik ittifakı ifade edecek bu hamle, aslında, HDP’nin PKK’dan ayrışması bakımında da önemli bir adım olabilir.
CHP, DEVA- Gelecek Partisi, SP, bu konuda kulaklarının üzerine yatmamalı.
Akşener ise, Sancar’ın açıklamasına karşı, “HDP ayrı aday çıkarsın” önerisini gözden geçirmeli.
Türkiye’nin çıkışı bu.