Sandığa doğru…
Son düzlüğe girdik. Kamuoyu araştırmaları kadar, temennilerin, duygu karışık tahminlerin öne çıktığı günlerdeyiz.
AK Partililer Erdoğan’ın, muhalefet Kılıçdaroğlu’nun kazanacağı kanaatinde...
Ne var ki, ufukta tarafların umulduğu gibi ortalığı silip süpürecek kuvvette dalga görünmüyor.
Nitekim araştırmalarda dengeler çok yakın.
Kılıçdaroğlu-Erdoğan farkı pek az; 1-2 puan.
Birinci turda İnce Ogan ikilisinin toplamı, yüzde 6-7’nin altına pek inecek gibi değil.
Kararsızlar ise hala anlamlı derecede yüksek bir oranda.
Siyasi iddia ve söylemlerin, gelecek tasavvuru ve beklentisinin birbirinden bu denli koptuğu, bu denli zıt olduğu, iki farklı rejim türünü tarif ettiği bir kritik, hatta tarihi seçimde söz konusu yakın denge, bir yönüyle ürkütücü...
Muhalefetin seçimleri kazanması halinde, önümüzdeki yol ne denli zor olursa olsun, ülke, ekonomi, adalet, demokrasi konularında yaşadığı kabustan uyanmış olacak. Yeni iktidar, vadettiği demokratik-rasyonel politikalarla ülkeye yeni hava verecektir. Devlette, devlet-siyaset, siyaset toplum ilişkilerinde en azından dengeler kısmen yerine oturacaktır. Buna şüphe yok ve demokratik meşrep sahibi her kişi bu anı iple çekiyor.
Ürkütücü olan aksi durum…
Buna karşın, iktidarın kazanması halinde otokratik ve keyfi düzenin biraz daha derinleşeceği ortada.
Sinan Ateş cinayeti ve sonrası, keyfi tutuklamalar, suçlamalar, hükümler, son saldılar karşısında kamu yönetiminin partizan tutumu, tehditler gidilecek istikameti tüm açıklığıyla resmediyor.
Nitekim artık Cumhur ittifakı, yarıştığı Millet İttifakı’nı bir rakip olarak değil, bir düşman olarak görüyor, böyle ilan ediyor. Hedef alıyor, hedef gösteriyor.
Bu anlayışın seçimleri kazanması, bu istikametin toplum tarafından, en azından çoğunluk tarafından onaylanması anlamına gelir.
Hangi gerekçeyle olursa olsun, beka, milliyetçilik, güvenlik, Türkiye’nin bölge gücü olması, 20 yıl boyunca yaşanan sosyolojik eşitlenme, kültürel kimi hakların alınması, vs, otokratik düzene sahip çıkan büyük bir kitlenin varlığından, toplumun yarısından söz ediyoruz.
Demokrasinin iki temel meşruiyet kaynağının seçimler ile hukuk devleti/evrensel değerler olduğu dikkate alırsa, ikincisinin olmadığı bir tablo, toplum destekli otokrasiden başka anlam taşımaz. Türkiye’nin seçimli otokrasiler arasında tam saf tutmasına yol açar.
Hal böyleyse, seçmen gerçekten kritik ve tarihi karar önünde demektir.
Umalım, açık toplum, demokrasi, insani-evrensel değerler galebe çalsın…