Siyasette kuvvet meselesi

Türkiye’de sık yaşanır. Siyasi hayatta, siyasette ne zaman devlet ve şahıs meseleleri, toplum siyaset ilişkilerinin toplumsal siyasetin önüne geçse; iç sorunlar, iç dinamikler ikinci plana düşer. Devlete ve şahsa bağlı endeksli siyaset algısı doğallaşmaya başlar. Buna bağlı bir saflaşma yaşanır. Toplumdaki görüşler kutuplaşır, kutuplar homojenleşir.

Hele bir de Türkiye gibi, toplum, siyaset ve özgürlükler alanının her şeye nağmen hala sınırlı olduğu bir toplumda bu tablo daha da koyulaşır.

Koyulaşınca da asli sorunlar unutulur.

Herkesin figüran olacağı bir güç oyunu yaratılır.

Sıcak toplumsal sorunlar, özgürlük, demokrasi, vatandaşlık, yoksulluk sorunları bile bu güç arayışına kilitlenir; beteri alabildiğince bu sorunlar, durumlar, aktörler sil baştan ele alınıp tanımlanmaya çalışılır.

Zira fayda kartları yeniden karılır.

Siyasi partilerden gazetelere, yazarlardan devlet birimlerine kişilerin ve kurumların çıkarlarından hareketle aldıkları pozisyonlar ile yaptıkları güç analizleri birbirine karışır.

Bazı istisnalar dışında, taraflar tüm farklılıklarına rağmen ‘güce’ endeksli kimlik ve millet çıkarını ortak dil kılarlar.

Gerek siyaseti gerek zihniyeti açısından yaşadığı ağır bunalımları “kuvvet mikrobu”ndan, yani güç üzerinden “milli ya da ferdi fayda arama virüsü”nden kapan bu ülke için, karşı karşıya bulunduğumuz kutuplaşma koşulları yine yapacağını yapıyor.

Bir yandan siyaset dışılığın, ulusalcılığın her türünü, her tonunu besliyor…

Bu durumun devlet-siyaset, devlet-toplum ilişkilerindeki faturası köklü oluyor. Aynı manzaranın “ataerkil” zihniyeti beslemesi de keza öyle.

Zira ister milliyetçi kültür olsun, ister devletçi; kendisini içeriden dönüştürerek üretemeyen bir yapı, dış girdilerle kendisini yırtarak, parçalara bölerek olduğu gibi üretir.

Ve bu koşullarda hem siyasal alanda hem toplumsal alanda “özgürlükler zemininin biraz daha kayması” kaçınılmaz olur.

Demokratik reflekse sahip toplumlar bu tür tahribatları siyasetiyle, aydınıyla, kurumlarıyla en aza indirir.

Türkiye ise bu korunmanın araç ve mekanizmalarından tümüyle uzak duruyor, hatta hedef kılınan bu araç ve mekanizmalar oluyor.

Bu durumun her zaman taşıyıcıları olmuştur.

2011’den bugüne dış politik saha bu taşıyıcıların ön gelenlerinden birisidir ve oradaki gelişmeler kuvvet virüsünün yayılmasına vesile olmaktadır.

Nitekim Suriye meselesi, Suriye operasyonları, Batı Suriye’de askeri varlık, ardından Libya, Doğu Akdeniz, silah üretimi iktidar tarafından ulusal siyasete yegane hedefler haline getirilmekte, siyasi algı bir anlamda buna bağımlı kılınmaktadır ve böylece kuvvet virüsü yayılmaktadır.

Ülkede muhalefet bunlara yanıtsız, çaresiz kaldığı için siyasetsiz bir duruşa hem itildi, itemeye devam ediyor.

Malum ülkede siyasetin iki büyük alanı var.

İlki itiraz, özgürlük ve hukuk devleti talebi sahası.

Diğeri ise milliyetçi ve faydacı söylem ve siyaseti ikame edecek bir dil ve tavır geliştirme sahası. İkinci alan seçimlerde galebe çaldı.

Muhalefet hala bunun farkında değil.

Ama negatif yönünden etkilenmekten de geri kalmıyor, siyaset yapmadan toplum-siyaset ilişkisi kurmadan, bir lider bulup havasında ilerliyor.

Durum ne yazık ki bu...

YORUMLAR (19)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
19 Yorum