Türkiye’deki 'Kafkasya'…
Kurumsal anlamda sorun 2014’te, Erdoğan’ın halk tarafından cumhurbaşkanı seçilmesiyle başladı. 2017’deki anayasa referandumu ve cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini geçişle birlikte derinleşti.
Neydi sorun?
Sistem işleyişinin şahsileşmesi, kurumsal dokunun bozulması, kurumların içinin boşalmaya başlamasıydı.
Erdoğan daha başkanlık sistemi devreye girmeden bu istikamette yol almaya başladı. “Doğrudan seçildim, toplumsal meşruiyeti temsil eden benim, toplum şahsımda vücut buluyor, o zaman paradigma değişmiştir” diyerek, istediğini yapıyor, anayasayı sık sık ihlal ediyordu. Valileri topluyor talimatlar veriyordu mesela. Örneğin o tarihte tarafsızlık statüsüne tabi olmasına rağmen, 2017 başkanlık seçimleri kampanyasını fiilen yürütüyordu. Sorumsuz olması bu konuda ona yardım ediyor, “o yapıyor ve oluyordu”. O da “yaptım ve oldu” diyordu.
2017 anayasa değişikliği halk tarafından kabul edilince, öyle bir devlet teşkilatlanması dizayn edildi ki her şey Erdoğan’a bağlandı. Eski kurumlar, Erdoğan’a bağlı “kurumcuklar”la, danışma yapılarıyla by-pass edildiler, savunmada, dış işlerinde, adalette iyice anlamsız aracılar dönmeye başladılar.
Benzer bir gelişme Erdoğan’ın partisinde de yaşandı. 2014’e başlayan tasfiyeler 2016’de tamamlandı. O günden sonra siyasi parti tümüyle Erdoğan’ın malı, taşıyıcısı haline geldi. Parti kurumu lider karşısında ezildi, kurumsal erime yaşadı.
Anayasa değişiklikleriyle ortadan kaldırılan kuvvetler ayrılığı, güç temerküzü bu arayışı ve gelişmelerin bir uzantısı, bir sonucuydu. Bugün ise anayasa neden gibi görünen, bir tescil mekanizması, doğrulayıcı…
Denetimsizlik ve güç yoğunlaşması, keyfileşme ve şahsileşmeyle paralel gider.
Bunlar birbirini besler ve tahrik eder.
Aynen öyle oldu.
Gezi davası örneğin. Erdoğan yargıya aleni şekilde müdahale ederek, anayasayı aleni biçimde ihlal etti. Darbe girişimi davasından Kavala dahil tüm sanıklar 2020’de beraat ettiler. Erdoğan duruma o saat el koydu. Kavala’nın başka bir soruşturma üzerinden tutuklanmanı sağladı. Ertesi gün, “Soros’un Türkiye ayağı malum içerideydi, bir manevrayla dün beraat ettirmeye kalktılar” diyebildi. Yetmedi. Beraat kararı veren hakimler hakkında soruşturma açtırdı. Bunları kah kontrol ettiği HSYK kah, avukatlıktan savcı ve hakimliğe geçişini sağladığı yargı mensupları vasıtasıyla yaptı. Bu arada, Kavala davasına eleştiriler geldikçe, hiç sıkılmadan, “kusura bakmasınlar bizde yargı bağımsız” diyebiliyordu.
Nitekim daha dün, Gezi Davası kararları açıklandıktan sonra, Kavala için “Peki kimdi bu adam? Bu adam Türkiye'nin Soros'u idi. Bu adam Gezi olaylarının perde arkası koordinatörüydü. Yargının verdiği karar malum çevreleri rahatsız etti. Kusura bakmasınlar bu ülkede yargı var…” diyebiliyordu.
Bağımsız yargı ha!
Fazlasını da yapacak, Türkiye’ye bu konuda gelen her eleştiriyi, her kınama ve yaptırımı, “Bağımsız Türkiye” ve “beka kavgası” sloganlarının parçası kılacak.
Kim dur diyebilir bunlara?
Cumhurbaşkanı sorumsuz, denetimsiz, dengeleyici güçten azade…
Demokrasi kültürü, demokratik etik, utanç olmadıkça ona dur diyebilecek, bırakın dur demeyi kurumsal olarak uyaracak bir mekanizma bile -sandık dışında- yok…
Olan ülkenin hukuk sistemine, demokrasine oluyor.
Elimizde kalan sadece seçimler artık, düzenin adı da seçimli otokrasi…
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle birlikte Türkiye, keyfilik, hoyratlık ve tek adamın egemen olduğu bir “Kafkas” rejimine dönüştü…
Geri dönüş buradan başlamalı…