Kur’an yarışmasında alkışın yeri var mı?
TRT’de Kur’an-ı Kerim’i Güzel Okuma Yarışma programı başlamış. Arkadaşlardan duydum. Benim evde televizyon yok. Bilgisayardan, internetten bakıyorum merakımı mucip bir program duyduğumda veya tarihi geçti ise, yakalayamadım ise internete düşmesini bekliyorum unutmazsam. Televizyon ile aram oldum olası pek iyi değildir. Bu oldum olası da ne iştah açıcı bir ifade. Ona irdelemeye dalmayayım şimdi.
Evet, yarışmayı duydum sonra yarışmanın şov kısmından rahatsız olanların tepkileri ile karşılaştım sosyal medyada. Daha sonra da memnuniyetini dile getirenlerle karşılaşmaya başladım. Memnuniyet ifade edenlerden bir ikisinin yarışmadaki alkış meselesine takıldığını görünce hatırıma ister istemez Divanü Lügatit Türk’teki alkış maddesi geldi. Kaşgarlı Mahmud Atamız Hazreti Peygamberimize salavat getirmeye alkış denildiğini aktarıyor sözlüğünde. “Alqış” yani günümüzde alkış dediğimiz şey dua etmek, birinin faziletlerini bir bir sıralamak. “Yalavaçqa alqış bergil” (yani “Hz. Peygamber’e alkış ver”) cümlesini misal vermiş Kaşgarlı Mahmud: “Muhammed’e (SAV) salavat getir” demiş oluyormuşuz böyle dediğimizde.
TRT’deki yetkililer bu yarışma vesilesi ile alkışın bu öz anlamını hatırlarlar, gündemlerine alırlar mı bilmiyorum ama alsalar güzel olur. Düşünsenize, tüm salon yarışmacının kıraat eyleyeceği alana gelirken hep bir ağızdan “Allahümme salli ala seyyidina Muhammed” diyor. Hatta daha uzununun söylendiğini düşünün: “Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin Nebiyyül Ümmiyyi ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”.
Hem de 2017 yılı Türk Dili yılı ilan edilmişken Türkçe ilk sözlüğümüze hürmeten en azından Kur’an-ı Kerim ile ilgili bir yarışmada alkışın gerçek anlamına uygun bir şekilde tekrar uygulanmaya başlanması çok da isabetli olur.
Bundan birkaç yıl önce Divanü Lügatit Türk’ten alkışın manasını okuduktan sonra nerdeyse konuşma yapmaya davet edildiğim her yerde yaşadığım bir haldir. Tam konuk yazar olarak özgeçmişiniz okunmuş, kürsüye, sahneye çıkacaksınız; salon el çırpmaya başlar. Bu nezaketen yaptığı bir şeydir salondakilerin. İşte tam o esnada hiç aklımda yoksa bile ister istemez alkış kelimesinin sözlükteki anlamı aklıma düşer. Bir ikilem yaşarım, haziruna alkışın nasıl bir şey olduğunu anlatmalı mıyım, yoksa geçiştirip konuşma mevzuum neyse ona mı girmeliyim. Genelde bu ikilemden alkışın manasını onlara vermemin daha uygun olacağı kararı ile kurtulurum. Alkışın salavat getirmek olduğunu, övmek anlamına geldiğini, insanlık içinde övgülerin en güzelinin meşhur isimlerinden dördünden üçü “H-M-D” kökünden türeyen ve övülme anlamına gelen Ahmed, Mahmud, Muhammed, dördüncü ismi ise seçilmiş manasıyla Mustafa Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Selleme yapılan övgüler olduğunu anlatırım. Sonuç: Beklemediğim derecede alkışın bu anlamı benimseniyor. Salondakiler alkış gerektirecek bir durum olduğunda salavatlarla alkışlarını ifade etmiş oluyorlar.
Konuşmamı dinleyenler konuşmamdan sonra İslamla alakalı veya alakasız herhangi bir alkışlama eylemi gerçekleştirecekleri zaman ne kadarı benim yaşadığım ikilemi yaşayacaktır, hangisi salavat getirme ihtiyacı hissedecek hangisi el çırpacaktır, bilemem. Hangisi el çırparken kendini ayıp bir şey yapıyor gibi hissedecek, hangisi etrafındakilere, bir saniye alkış böyle bir şey değildir diyecektir, bilemem. Bildiğim, bilmenin (ne kadar yalama olmuş olursa olsun bu çağda bilgiler) bilmemek gibi olmadığıdır.
Övmekteki anlamları yoklamaya devam edelim ama şimdilik sözümüzü şöyle bir alkış ile bitirelim:
Sen Ahmed i Mahmud u Muhammedsin Efendim
Haktan bize sultan ı müeyyedsin Efendim (Şeyh Galib)