Mehmet Âkif ve Nâzım Hikmet

Bu köşede 20 Temmuz 2017 tarihinde yayımlanan “Nâzım’a göre Yahya Kemal ve Âkif” başlıklı yazımda, Nâzım’ın Âkif’ten Kurtuluş Savaşı Destanı’nda “büyük şair” diye söz ettiğini, ancak bu mısraın eserin sonraki baskılarında sansür edildiğini yazmıştım. Geçenlerde bir vesileyle aklıma şöyle bir soru takıldı: “Mehmed Âkif, Nâzım’ı tanır mıydı, acaba hiç karşılaştılar mı?”

***

Bu sorunun cevabını bilmiyorum. Ancak Âkif’in kızı Suat Ersoy, kendisiyle röportaj yapan Dündar Akünal’a Nâzım’ın annesi Celile Hanım’dan resim dersleri aldığını söylemiştir. Daha sonra herhangi bir şekilde aksini söylemediğine göre bu bilgiyi doğru kabul etmek gerekiyor. Suat Hanım’ın bu konuda Akünal’a söylediklerinin tamamı şöyledir:

“Babam resim yapmazdı. Fakat bir yeri gördükten sonra ya da konuştuğu bir kimseyi anlatmasını bir dinleseniz bunları görür gibi olurdunuz. O kadar ayrıntıları içine yerleştirirdi. Ben küçük yaşta resme başlamıştım. Babam sürekli özendiriyordu. Resim derslerini ise Nâzım Hikmet’in annesi Celile Hanım veriyordu [...] Zaman zaman da yaptıklarıma bakar, eksiklerimi, tutarsızlıklarımı bana buldurmaya çalışırdı. Sağdan soldan biraz beğeni alınca dışarıda resim çalışanlara özendim. Avrupa’ya gidecektim. Bir gün babama ‘Biraz daha ilerlersem, beni resim çalışmalarım için Avrupa’ya gönderir misin?’ diye sordum. Düşündü, sonra gözlerinde tatlı bir yumuşaklıkla, ‘Bak, eğer resim çalışmalarında sen artık burada bir şey alamayacak bir seviyeye gelirsen o zaman resmini daha ilerletmen için seni Avrupa’ya gönderirim,’ dedi. Sonra alçak sesle kendi kendine söylenmeye başladı.” (“Suat Ersoy: ‘Bizi kimseden başka türlü yaşatmadı”, Gösteri, sayı 73, Aralık 1996).

Daha da şaşırtıcısı, Celile Hanım tarafından Âkif’in bir portresinin yapıldığına dair Taha Toros tarafından öne sürülen iddiadır (Türk Edebiyatından Altı Renkli Portre, İsis Yayınları, İstanbul 1998, s. 49, 126). Âkif, Rus ressamı Feldman’a ve aynı zamanda bir ressam olan Şerif Muhiddin Targan’a portrelerini yaptırdığına göre, Celile Hanım’a da izin vermiş olabilir. Bu arada, o yıllarda gelecek vaadeden, dinî ve millî duyguları güçlü (“Ağa Camii” şiiri hatırlansın) bir şair olan Nâzım’dan herhangi bir vesileyle söz açılmış olması hiç de düşük bir ihtimal değildir.

***

Nâzım’ın bazı akrabalarıyla Âkif arasında yakın dostluk ilişkisi de vardı. Mesela Sâmih Rifat... Nâzım Hikmet’in teyzesi Münevver Hanım’la evli olan Sâmih Rifat, Âkif’in yakın dostuydu, hatta Ali Fuat Cebesoy’un babası İsmail Fâzıl Paşa için birlikte bir mezar taşı kitabesini yazmışlardı (Ali Fuat Cebesoy’un Siyasî Hatıraları, İstanbul 1957, cilt II, s. 37). İsmail Fâzıl Paşa, Nâzım Hikmet’in anneannesi Leyla Hanım’ın kız kardeşi Zekiye Hanım’la evliydi. “Zâir” hitabıyla başlayan söz konusu kitabe şöyledir:

Vatan yolunda vazîfem ayakta ölmekti,

Bu gâye uğruna koştum, didindim, uğraştım.

“Hayâtımın sonudur, tâkatim mi var?” demedim

Dikenli yollara düştüm, diyarlar aştım.

Nihâyet işte eriştim o bî-fütûr ölüme

Şahâdet etmede gurbet, ayakta öldüğüme.

1924

***

Sâmih Rifat’ın kardeşlerinden bestekâr Ali Rifat Çağatay’ın da Âkif’in dostlarından olduğunu, sadece İstiklâl Marşı’nı değil, “Bülbül”, “Ordunun Duası” ve Âsım’ı da bestelediğini hatırlatmak isterim. “Köse İmam” adıyla bestelediği Âsım bir perdelik operetti. Âkif, Ali Rifat Bey’in “Bülbül” bestesini Ankara’da ilk defa Sâmih Rifat’ın oğlu Hâtif’ten dinlemişti. Ankara’ya bir gelişinde, bu besteyi de beraberinde getirip Balıkesir mebusu Hayreddin Bey’e geçen Hâtif, Tanburi Cemil Bey’in talebelerinden biriydi ve amcası Ali Rifat Bey’in konserlerinde tanburi olarak yer alırdı (Eşref Edib, Mehmed Âkif I, İstanbul 1938, s. 92).

***

Mehmed Âkif’i şair bile saymayan Nurullah Ataç, Taranta Babu’ya Mektuplar hakkında yazdığı bir yazıda, Nâzım Hikmet’in dilini ve şiirini övmek ihtiyacını hissedince ister istemez Âkif’i ve onun hakkında yazdıklarını hatırlamıştı. Türkçenin en büyük şairinin Âkif değil, Nâzım olduğunu, çünkü Âkif’in “geri”, Nâzım’ınsa “ileri” bir kavgayı temsil ettiğini iddia eden Ataç, bu iki şairi niçin karşılaştırdığını de şöyle açıklıyordu:

“Safahat sahibini bir zamanlar, sadece estetik düşüncelere göre muhakemeye kalktığım için, hesaba katılmağa değmez bir şair saymaya alışmıştım. Onun da şahsî elem, sevinç hülyalarından bahseden şairciklerden ne kadar üstün olduğunu, Nâzım Hikmet’i okuduktan sonra anladım. Beni, daha birkaç yıl önceye kadar inandığım ölü sanat fikirlerinden kurtaran Nâzım Hikmet oldu.”

Ataç daha sonra bu fikrinden vazgeçecektir. Eşref Edib’in Mehmed Âkif’inden kısa bir iktibas:

“Hukuk Fakültesi ikinci sınıf talebesinden Ahmet Bey anlatıyor? Bir gün Nurullah Ataç’la görüşüyorduk. Nurullah Ataç -ki Türk ülkesinde Âkif aleyhinde yazan tek adam- söz arasında bana şöyle dedi: Nâzım Hikmet’in Taranta Babu’sunu okuduktan sonra hiç şüphe yok, Âkif’i de beğenmem lâzımdı. O da bir ideal peşinde koşan adam. Fakat etrafta onun lehinde yazılan yazıları görünce bana da aleyhinde yazma arzusu geldi.” (s. 673)

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum