Renkler muhabbeti

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde mekânları sistem değişikliğine uygun hâle getirmek için çalışmalara başlanacağına dair haberler okudum. Mesela Genel Kurul Salonu’ndaki koltuklar değiştirilecekmiş. Mustafa Kalemli’nin başkanlığı döneminde yapılan ve kullanılan derinin cinsi dolayısıyla ciddi tartışmalara yol açan mevcut koltukların rengi de itirazlara konu olmuştu. Kırmızı ve akraba renklerin yorucu, şiddete eğilimi artıran renkler olduğu söyleniyor. Oturdukların koltukların renkleri vekillerimizi agresif yapıyormuş. Tabii, hiç kimse kırmızıdan etkilenmek için aynı zamanda boğa tabiatlı olmak gerektiğini söylemiyor.

Renklerin hiç şüphesiz psikolojik etkileri vardır. Mesela su ve havanın rengi olan mavinin rahatlatıcı olduğu su götürmez. Gökyüzünü ve denizi seyretmek aynı zamanda insanda sonsuzluk duygusu yaratır. Sarı nasıl hastalığın sembolüyse mavi de bazı kültürlerde sıhhati, hatta doğruluğu temsil ediyormuş. Ama mavinin aynı zamanda soğukluğu ve kayıtsızlığı ifade ettiğini, kendilerini başkalarından üstün ve ayrıcalıklı gören aristokratlar için “mavi kan” tabirinin kullanıldığını unutmamak gerekir.

***

Bazı renkler, bazı dönemlerde daha önce sahip olmadıkları çok özel anlamlar da kazanır. 1950’lerden 1980’lere kadar “kızıl” kelimesi antikomünistler tarafından âdeta lügatlerden silinmişti. Mesela Yahya Kemal’in “Hâlâ o kızıl hâtıra titrer gözümüzde” ve Ârif Nihat Asya’nın “Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü” mısralarını okurken tedirgin olurduk. Mavinin de 12 Eylül Anayasası için yapılacak referandum öncesinde hayır oylarının rengi olduğu için Kenan Evren tarafından nasıl yasakladığını o günleri yaşayanlar hatırlarlar.

Kızıl, Arapçadan dilimize giren kırmızının Türkçesidir, al da öyle... Eski astrolojik sistemde Merih (Mars) yıldızının rengi kırmızıdır; bu renk yiğitliği, cesareti, savaşçılığı temsil eder. Ortaçağ’da, Merih, Türklerin yıldızı olarak kabul edilir ve hemen her zaman matruş, saçları ve yüzü kırmızı bir Türk savaşçısı olarak tasvir edilirmiş. Bu savaşçının birden çok kolu varmış ve her elinde bir alplık alâmeti tutarmış; mesela birinci elinde kılıç, ikinci elinde kuzuya çevirdiği bir aslan vb. Beyaz ay-yıldızla yumuşattığımız bayrağımızın rengi, belki de yıldızımız Merih’in renginden geliyordur, kim bilir.

Eski Türklerde gelinlik rengi de kırmızıydı. Bahar aylarında dağları ve kırları kıpkızıl bezeyen gelincik (küçük gelin) çiçeği adını bu gelenekten alır.

***

Mavi de Arapçadır; “su rengi” anlamına gelen “mâî”den gelir. Halid Ziya’nın Mai ve Siyah’ını hatırlayınız. Gök anlamına gelen tanrı (tengri) kelimesi zamanla “tanrı” anlamını kazanırken onun rengi olan “gök”e de kutsallık izafe edilmiştir.

Unutmadan kaydetmeliyim. Atalarımız gök kelimesinin yeşil anlamında da kullanırlardı. Nitekim eski kültürümüzde gök, aynı zamanda yönlerden doğunun, mevsimlerden ilkbaharın rengidir. Ak, batı ve sonbaharın; kara, kuzey ve kışın; kızıl ise güney ve yazın rengiydi. Karadeniz (Bahr-i Siyah), Akdeniz (Bahr-i Sefid), Kızıldeniz (Bahr-i Ahmer) adlarının nereden geldiği böylece anlaşılıyor. Kuzeyden esen rüzgâra karayel, kışa karakış denilmesi de aynı tasavvurla ilgilidir.

Divanü Lügati’t-Türk’teki bir dörtlükten ise ayrıca bir “yeşil gök” tasavvurunun bulunduğu anlaşılıyor. Kaşgarlı Mahmud, firuze anlamına gelen “çeş” kelimesini açıklarken zikrettiği dörtlük bugünkü Türkçeyle şöyledir: “(Tanrı) yeşil göğü yarattı, üzerine beyaz yüzük taşları saçtı, karakuş yıldızı dizildi. Gece gündüz üzerine örtülür.”

***

Yeşil kelimesi, ıslak, taze, sebze, yeşillik anlamlarına gelen “yaş” kökünden türemiştir. Yaşıl, Anadolu Türkçesinde incelerek yeşile dönüşür. “Yaşamak” fiili de aynı köktendir; canlılığı, diriliği, hayatiyeti ifade eder.

Eski astrolojik sistemde Zühre (Venüs) yıldızının rengi olan yeşilin niçin ve ne zamandan beri İslâm’ı temsil ettiği de elbette cevaplandırılması gereken bir soru. Hz. Peygamber bayraklarında belli bir rengi tercih etmez, zaman zaman siyah, sarı ve beyaz bayraklar kullanırdı. Yeşilin sembol olarak Emeviler tarafından benimsendiği söylenir. İslamî birçok gelenek gibi, “yeşil”in de bize Emevilerden intikal ettiği kuvvetli bir ihtimaldir. Peki, hangi yeşil? Anadolu’nun bazı şehirlerinde, hacca gidenlerin kapıları zehir gibi bir yeşile boyanır. Bu yeşil, adı üstünde hacıyeşilidir. Peki, tirşe, fîrûze (turkuaz), neftî, hâkî, zümrüdî, zeytin yeşili, badem yeşili, çimen yeşili, fıstıkî yeşil, lâk yeşili?

***

Bu yazıyı isterseniz melankolik bir karakter taşıyan “mor”la noktalayalım. Genellikle keder, hüzün ve matemi ifade eden mor, aynı zamanda zulüm, işkence ve kontrolsüz kuvvetin rengiymiş. Roma’nın en güçlü olduğu devirlerde, imal edilmesi zor, dolayısıyla pahalı olduğu için imparatorlar mor renkli elbiseler giyerlermiş. Hz. İsa’ya, çarmıha gerilmeden önce alay etmek ve aşağıla mak maksadıyla mor (erguvanî) renkte bir elbise giydirildiğine dair bir Hıristiyan inancını hatırlatmak isterim.

Hıristiyanlar, Lâtince adı Cercis siliquastrum olan erguvana Yahuda Ağacı da der ler. Menkıbeye göre, Hazreti İsa’ya ihanet eden havâri Yahuda, daha sonra pişman olarak kendini bir erguvan ağacına asmış. Önceleri beyaz çiçekler açan erguvan bu yüzden utancından kıpkırmızı kesil miş, yani kızılımsı mor çiçekler açmaya başlamış. İngiliz romancılarından Cronin, Erguvan Ağacı adlı ro manında bu efsaneyi leit-motif olarak kullanmıştır.

***

Mor, İstanbul’umuzda baharın renklerinden biridir. Boğaziçi’ni ve koruları kendi renklerine boyayan erguvan ağaçlarını ve mor salkımları seyre çıkmanın tam zamanı... Yahya Kemal, “Endülüs’te Raks” şiirinde “Her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır” diyor. Benim gözümse şu sıralarda morda...

NOT: Bütün çocuklarımızın 23 Nisan’ını kutluyorum.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum