‘Sebepsiz hüzün hocamdı’

Sevdiğim kelimeler sorulsa, aklıma ilk gelenlerden biri mutlaka “hüzün” olurdu. Bu kelime, sözlüklerde verilen karşılıklarından çok daha fazlasını ifade eder. “Melâl” kelimesi de öyle; Ahmet Haşim’in “Melâli anlamayan nesle âşina değiliz” mısraında yaşamaya devam eden bu güzel kelime maalesef artık hiç kullanılmıyor.

Ses olarak da her şairi cezbedecek bir zenginliğe sahip olan hüznün modern şairler tarafından da sevilmesi, galiba aynı zamanda varoluşumuzla ilişkili olmasındadır. Şiirlerinde bu kelimeyi tam otuz dokuz defa kullanan Ahmet Haşim’in “Son Saat” isimli şiirinde “hüzn-i bî-sebeb” şeklinde rastladığım, Asaf Hâlet Çelebi’nin “Sebepsiz hüzün hocamdı” mısraında da karşımıza çıkan sebepsizlik, aslında derinlerde işleyen bir sebebi ifade eder.

Sebepsiz ve ince hüzün derinlerde işleye dursun, dünyada her gün insanları derin hüzünlere sevk edecek o kadar çok olay yaşanıyor ki, saymakla bitmez. Savaşlardan tutun, birçok ülkede sürekli ayaklar altındaki insan haklarına, açlığa, sefalete kadar bir çırpıda yüzlercesi sıralanabilecek olumsuzluklar birer hüzün kaynağı... Ve tabii aşı rı refahın yarattığı sıkıntılar, tatminsizlikler, çağdaş medeniyetin getirdiği çevre kirliliği, gürültü, trafik kargaşası ve bütün bunlardan kaynaklanan stres...

Sofralarına oturduklarında “Komşusu açken tok oturan bizden değildir!” hadis-i şerifinin derin hikmetini düşünmeyen, lokmalar boğazından geçerken suçluluk hissederek hüzünlenmeyen insanların insan olup olmadıkları rahatlıkla sorgulanabilir. Arakan’da, Yemen’de, Suriye’de, Irak’ta ve Afrika ülkelerinde yaşanan tarifsiz dramları televizyon ekranlarında seyrederken, lokmalarınız boğazınızda düğümlenmiyorsa, oturduğunuz yumuşak koltukta rahatınız kaçmıyorsa, kahvenizin tadında daha bir acılık hissetmiyorsanız, sizi zaten hiçbir şeyin hüzünlendirmesi mümkün değildir.

***

Hüzün de neş’e gibi, sevinç gibi sadece insanlara has duygudur. Asıl, insanlar hüzünlenemeseydi, bütün üniversiteler seferber edilerek sebeplerinin titizlikle araştırılması gerekirdi. Masallarda sözü edilen “altınçağ” gerçekleşmediği sürece, dünyada neş’eden çok hüzün yaşanacaktır. Hatta dene bilir ki, hüzün neş’enin öbür yüzüdür. Hüzünlenmek için mutlaka trajik olayların yaşanması da şart değil. İnsan, bazan güzel bir şeye bakarken de bu güzelliğin bir gün yok olacağını düşünerek hüzünlenebilir. Geçen zaman hüzün üretir. Goethe, Faust’ta zamana boşuna “Geçme, dur! O kadar güzelsin ki!” diye haykırmamıştır. “Neredeler?” sorusu çetin bir sorudur. Harabeler, güneşin batışı gibi, sonbahar, ağaran saçlar, çehrelerde beliren derin çizgiler, yani zevali hatırlatan her şey hüzün vericidir.

Hüznün kendine has bir zevki de vardır. Yahya Kemal, “Kocamustapaşa” şiirinde, bu semtte yaşayan fakir, mümin ve mütevekkil halktan “hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada” diye söz eder. “Kar Musikileri” şiirindeki “Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden” mısraı tersinden okunursa, Yahya Kemal’in bize haz bir hüzün bulunduğuna inandığı ve bu hüznün kendisine zevk verdiği anlaşılır. Bu mısrada geçen “zevk”i alelâde zevkle karıştıranlar Yahya Kemal’in ne demek istediğini anlayamazlar. Hilmi Yavuz da “Hüzün ki en çok yakışandır bize” derken aslında aynı şeyi başka bir şekilde söylüyordu.

***

Hüzün bizim mayamızda vardır. Asırlar boyunca savaşlarla, açlıkla, kıtlıkla boğuşan halkımızın şarkılarında, türkülerinde, şiirlerinde neşeden çok hüznün bulunması hiç de şaşırıcı değil. Cumhuriyet’in ilk yılların da özellikle klasik musikimize insanları karamsarlığa sevk ettiği gerekçesiyle saldırılmıştı. Hâlbuki çağdaş Türk müziğine kaynak olarak gösterilen halk türkülerinde hüznün en koyusu vardı. Tek Parti döneminde, halka, dış görünüşü nü değiştirmek dışında hiçbir şey verilmedi. İkinci Dünya Savaşı’na girmedik, ama sıkıntılarını paylaştık.

1950’den sonra durumu biraz düzelen halkın huzuru ihtilallerle, darbelerle, ekonomik krizlerle bozuldu. Ardından terör... Halk, seçtiği liderler sudan sebeplerle alaşağı edilir, asılırken, çocukları birbirine öldürtülürken şıkır şıkır göbek mi atacak tı? Hele son birkaç yıldır yaşananlar... Eski bir şairin bulduğu pratik çözüm şu: “Mihneti kendüye zevk etmedir âlemde hüner!” (Enderunlu Vâsıf)

Mihneti zevk edinmek elbette çözüm değil; insanlığın mutluluğu ve refahı için mücadele etmek gerekir ve mücadeleyi sadece kendi halkının değil, bütün insanlığın dertleriyle dertlenenler yürütebilir. Ama bu, tebessüme engel olmamalı. Peygamberimiz “hüzün peygamberi” olarak bilinir; ama yüzünden tebessümün eksik olmadığı, “İnsanlara tebessüm etmeniz de bir sadakadır,” buyurduğu unutulmamalıdır.

YORUMLAR (7)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
7 Yorum