Vampirizm ve Batı medeniyeti

Osmanlı tahtında Fatih Sultan Mehmet oturuyordu. XV. yüzyılın ikinci yarısıydı... Eflak Voyvodası Dracula Vlad, devlete isyan ederek Niğbolu kalesini bastı ve sancakbeyi Hamza Bey’i maiyetiyle beraber kazığa vurdurdu. Bu korkunç olaydan sonra Fatih’in elinden ancak sürekli kaçmak suretiyle kurtulabilen Dracula Vlad, düşmanlarından yüz bin kadarını kazığa vurmak suretiyle cezalandırmıştı.

Avrupa’nın Drakula adıyla bir kan içici olarak efsaneye dönüştürdüğü Vlad’dan Osmanlı kaynaklarında Kazıklı Voyvoda diye söz edilir. Drakula, aslında vahşetin ve Batı medeniyetinin vahşetle dolu tarihinin sembolüdür. Ancak kana susamışlıkta Drakula yalnız değildi. XVI. yüzyılda Elizabeth Bathory adında çok çirkin bir kontes yaşamıştı; güzelleşeceği inancıyla tam altı yüz bâkire kızı öldürüp kanlarını içtiği söyleniyordu.

***

İrlandalı yazar Bram Stoker tarafından Arminus Vambery’nin verdiği bilgilerden hareketle yazılan ünlü Drakula romanında, Kazıklı Voyvoda ile Kontes Elizabeth Bathory’nin kişilikleri birleştirildi. 1897’de yayımlanan romanın kahramanı Londra’da Piccadilli Sokağı’nda yaşıyordu, Sherlock Holmes’un 221 Baker Sokağı’nda yaşaması gibi.

Stoker, Dublin doğumlu bir tiyatro eleştirmeniydi ve aktör Sir Henry Irving’in özel sekreterliğini yapıyordu. Irving’in sekreterinin romanını okuduktan sonra “Vahşet bu!” diye haykırarak yere fırlattığı söylenir. Fakat annesine göre Stoker iyi bir iş yapmıştı; hatta oğlu korku hikâyeleriyle büyük şöhret kazanan Amerikalı şair Edgar Allen Poe’dan bile daha kabiliyetliydi.

Avrupa, Bram Stoker’ın romanından sonra Drakula’yı çok sevmiş ve bu isim etrafında başlı başına bir edebiyat yaratmıştır. 1922 yılından itibaren iki yüz civarında sinema filmine de konu olan Drakula’ya talebin kaynağında, bazı araştırmacılara göre, toplumun kendisi vardı. Batı toplumu şiddet ihtiyacını Drakula filmlerini seyrederek tatmin ediyordu. Bu ihtiyaç devam ettikçe, Batı medeniyeti Drakula’yı yaşatmaya ve Drakula’ya rahmet okutacak yeni kahramanlar (!) yaratmaya kararlıydı. Son yıllarda, özellikle Amerikan sinemasının ürettiği şiddet ve korku filmlerindeki “kan içici”lerin yanında Drakula artık masum bir vampir gibi görünmektedir.

***

Vampirlere gösterilen bu ilgi doğrusu tahlil edilmeye değer bir hadisedir. Bir toplumda, kan içici bir kahraman ölümsüzlük kazanabiliyor, üstelik sürekli yenileri üretiliyorsa, o toplumda veya toplumlarda vampirizme son derece elverişli şartlar var demektir.

Adeta bir toplu mezarlar ülkesi haline getirilen Bosna’da vampirizmin en dramatik biçimine şahit olmadık mı? Filistin, Afganistan, Irak, Suriye ve Afrika ülkelerinde yüzbinlerce insan vampirizmin kurbanıdır. Drakula son zamanlarda Türkiye ve İran’da kol geziyor. Emperyalizm, bir çeşit vampirizm değilse, nedir?

Batı kültürünün Drakula’ları, vampirleri, Darth Vader’ları, “yok edici”leri, “cezalandırıcı”ları, “cyborg”ları yanında bizim masallarımızdaki devler, cinler, ejderhalar, gulyabaniler ne kadar masum ve hatta ne kadar sevimlidirler!

DERKENAR

MÜNİR ÖZKUL VE AYDIN BOYSAN

Türk sinema ve tiyatrosunun büyük sanatkârı Münir Özkul ve mimar Aydın Boysan, önceki gün hayata veda ettiler. İkisinin ortak özellikleri son derece sempatik ve uzun yaşamış adamlar olmalarıydı. Münir Özkul, ne yazık ki ömrünün son yıllarını yatakta geçirmek zorunda kaldı.

Bakırköy’de yetişmiş ve Türk tiyatro ve sinema tarihine isimlerini yazdırmış sanatkârlar arasında Münir Özkul’un özel bir yeri var. Benim neslim, Münir Özkul’u seyrederek büyüdü desem yeridir. Çok sevilmesinde, karakter oyunculuğundaki büyük başarısı bir yana, geleneksel tiyatronun oyunculuk anlayışını büyük bir ustalıkla devam ettiriyor olmasının büyük payı olsa gerek. Kel Hasan’ın kavuğunu İsmail Dümbüllü’den devralan odur. Bence Münir Özkul, son büyük Kavuklu’ydu, Aydın Boysan ise modern Bekri Mustafa… Ve belki biraz Bal Mahmut...

Münir Özkul, özel hayatında filmlerindeki gibi neşeli, babacan ve hoş sohbet miydi, bilmiyorum; ama Aydın Boysan, nüktedan ve eskilerin tabiriyle meclis-ârâ bir adamdı. Doğulu rindle Batılı Bohem’in sentezi... Rakının felsefesini bile yaptı. Asıl mesleğinin mimarlık olduğu ve Mimarlar Odası’nın kurucuları arasında yer aldığı, onunla ilgili bütün haberlerde zikredildi. Fakat kamuoyu Aydın Boysan’ı mimar olarak değil, hoşsohbet bir yazar; mizahı ve yiyip içmeyi hayatının merkezine koymuş bir haz adamı, bir Epiküryen olarak tanımaktadır.

Münir Özkul deyince herkesin aklına hemen Yaşar Usta ve Mahmut Hoca gibi karakterler gelir; ama Aydın Boysan’ın ismiyle özdeşleşmiş bir yapı yok!

Bu iki değerli insana Allah’tan rahmet, yakınlarına ve sanat dünyamıza başsağlığı diliyorum.

YORUMLAR (14)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
14 Yorum