“Amerikan rüyası” mı dediniz?
1999 yapımı Amerikan Güzeli (American Beauty) filmini hatırlayan var mı bilmem? “Oskar”olarak adlandırılan Amerikan sinemasının en büyük ödüllerinin çoğu bu filme verilmişti. Türkiye’de de gösterilen film, 20. Yüzyıl sonunda Amerikan hayatının, ailesinin, insanının, toplumunun belli bir zaman kesitine sıkıştırılmış başarılı bir sinema anlatımı…
ABD, dünyanın birçok yerinden insanların en çok göçmek veya yaşamak istedikleri ülke. Modern dünyanın en son numune-i imtisali (sembolü). Avrupa’nın üstünlüğü 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika’ya geçti. Ekonomisi, siyasî sistemi, hayat standartları (ve elbette askerlik teknolojisi) itibarıyla örnek teşkil etti. İki bloklu dünya sisteminin çökmesiyle, dünyanın rakipsiz hâkimi oldu.
Son yıllarda Çin bu rakipsizliği en azından ekonomisiyle sarsıyordu.
Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de “Amerikan rüyası” gören az değildir. Kimi refah için, kimi daha fazla kazanç için, kimi ahlâkî serbestlik için. Bazılarına göre, Amerika cennettir vesselam!
Peki Amerika nedir? Amerika, sırf resmî metinlerden okunabilir mi? Amerikan Güzeli, yayın araçlarında, kitaplarda görmediğimiz Amerika’yı, orta kesim Amerikan ailesini anlatan bir filmdi.
Amerikan hayatını bu filmden izledikten sonra dehşete düşmüştüm. Bu filmi görüp de insanlığın geleceği için, insanlık için, insan için, dehşete kapılmamak pek mümkün değildi.
Amerikan Güzeli, Amerikan hayatındaki güzellik kaybını çok açık olarak gözlerimizin önüne seriyordu. Adı “Amerikan güzeli”, fakat anlatılan Amerikan çirkinlikleri… Türkiye’deki refah seviyesi ile kıyaslanırsa, yüksek standartlı, fakat Amerikan ölçeğinde orta-alt gelir grubunda Amerikan aileleri. Yemyeşil, ağaçlar içinde tek veya iki katlı güzel evlerde oturuyorlar. Herkesin işi, aşı var. Ekseriyet tek çocuklu. Fakat bu toplumun büyükleri telef olmuş, küçükleri de olmak üzere. Orta yaşlı baba, kızının arkadaşı olan kızlara sulanıyor, karısı kendisinden uzak duruyor, fakat iş âleminden hayran olduğu bir adamla beraber oluyor. Komşu deniz kuvvetlerinde albay, otoriter bir adam. Karısı bütün kişiliğini kaybetmiş, kartondan kesilmiş bir tip âdeta. Oğlu babasının sıkı disiplini altında, fakat uyuşturucu ticareti yapıyor. Sanki çocuklar ana babalardan daha dürüst gibi, fakat dürüstlüğün anlamı ve alanı kalmamış. Sosyal çevrenin baskısı şeklen bir düzen sağlıyor, fakat manevî yapı yok olmuş veya kişileri kuşatamıyor.
Amerikan Güzeli’nde kimin eli kimin cebinde, kim fahişe, kim homoseksüel… son ana kadar kesin bir sonuca varamıyorsunuz. Fakat şurası kesin, hiçbir normal insan yok!
Amerika üstün konumuna yüzyıllar içinde ulaştı. Türkiye hep “Küçük Amerika” yapılmak istenmiştir. “Küçük Amerika”nın büyüğünün refah seviyesine yükselmesi zor belki, fakat zaaflarını yaşaması için şartlar oluşuyor. Bir taraftan Amerika’nın kitle kültürü ürünleri, diğer taraftan ahlâk ve maneviyatı yok sayan tutumların yaygınlaşması Türkiye’yi genel anlamda batılılaştırıyor, esasında Amerikanlaştırıyor.
Son salgın, dünya haritasında görünürleştikçe, dünyanın öykündüğü büyük güçlerin zaafları da belirginleşiyor. Ölümcül virüs Çin’de ortaya çıktı, bir süre bu ülkeyi etkiledi, sonra bütün dünyaya sirayet etti. En çok da Avrupa ve Amerika’yı sarstı. Avrupa’nın en gelişmiş ülkeleri, hastalıkla mücadelede neredeyse havlu atacak duruma düştü. ABD listeye sonradan dahil oldu ama şu sıralar en ön safa geçti. Bu ülkelerin ekonomileri güçlü, sistemleri oturmuş, ilim ve teknoloji konusunda ileri durumdalar. Sağlık sistemlerinin zayıf olduğu söylenemez. Daha düne kadar imkânı olanlar tedavi için Avrupa’ya, Amerika’ya akın ediyordu.
Bencillik ve ben merkezcilik bir Avrupa/Amerika hastalığı. Bu hastalığın virüs trajedisini artırdığı ortada. Ülkeler arasındaki maske kapma yarışı, birbirinin sağlık malzemelerine el koyma yaygın bir sapma. Sistemler bu zor zamanlarda verdikleri tepkilerle kendilerini açığa vururlar.
Virüs küçük, fakat açığa çıkardığı sonuçlar büyük.