“Bu işte öz dilinizdir!”
Boztepe, Trabzon’a hâkim bir tepe. Tepenin tepesinde Ahî Evren Dede var! Biz Ahî Evren’i Orta Anadolu’da bilirken burada zuhur etmesi şaşırtıcı mıdır? Bir kere arada yüz yıl kadar var. Orhan Gazi zamanında bu tepeye gelip zaviyesini kurduğu rivayet ediliyor. Ahilik, bütün Anadolu’da etkili olmuş bir akım. Balkanlarda da ahilerle karşılaşmak mümkün. Trabzon’un Ahî Evreni’nin bir ahî şeyhi olması muhtemel. Trabzon surlarının dışında, hâkim bir noktadaki bu gözleme mekânı fetih ruhunun bekleme odası âdeta!
Boztepe anlaşılacağı üzere, Trabzon’un önemli bir mahalli, maddî yüksekliği yanında manevî yüceliği de akılda tutulmalı. Ali Şükrü Bey’in son durağı bu tepenin yamacı. Yine burada başka bir “Boztepe” var. O da Halil Nihad Boztepe! Onun metruk kütüphanesi burada. Ünlü bir hiciv şairi iken meb’us (milletvekili) yapılan Halil Nihad, memleketinin bu namlı tepesini soyadı olarak seçiyor.
Dikkat edilirse, “seçilen” demedim, “yapılan” dedim. O zaman gerçek anlamda bir seçim yok, tek parti var, Halk Partisi. Onun değişmez reisi Atatürk, listeyi o belirliyor. İstediği vekil, istemediği değil! Kendine göre temsil ilkeleri de olduğu anlaşılıyor. Halil Nihad’ın başı boş bırakılamayacak kadar keskin kalemi, Meclis içinde tutulmasının sebebi olabilir. Halil Nihad da bunun farkında. Onu bir defasında, Dolmabahçe Sarayı’ndan çıkarken görüyorlar. Sebebi merak ediliyor tabii. Halil Nihad’ın açıklaması şöyle: “Seçim bölgemi ziyaretten geliyorum!”
Mevsim yaz, Atatürk Dolmabahçe Sarayı’nda kalıyor!
Hiciv edebiyatımızda adı anılan, Nef’i’den Eşref’e namlı şairler zaman zaman galiz ifadelere, hatta kaba küfürlere kadar giderler. Halil Nihat hicvederken bile nezaketini korumasıyla onlardan ayrılır.
Dört kitabı var, bunlardan bir tanesi bugün de gündemimizde olacak cinsten: Ağaç Kasidesi.
“Bina”da arkadaşımken bugün okur gramer!
Nasıl bu Müslüman Osmanlı, birden oldu Sümer!
“Bina”nın bir nevi dilbilgisi olduğunu bilirsek, anlaşılmaz bir şey kalmaz sanırım!
Halil Nihad 1920’lerin sonunda milletvekili yapıldı, 1949’da milletvekili olarak vefat etti. İnkılapları ve esas olarak “dil devrimi”ni hicvettiği Ağaç Kasidesi 1947’de yayınlandı. Milletvekili olmasına rağmen cenazesi törenle kaldırılmadı, hiçbir devletli de cenazesine katılmadı.
Halil Nihad çok temel bir tesbitde bulunuyor: Halka deniliyor ki “bu sizin öz dilinizdir”! Dilin sahibi kim? Halk değil mi? Ana dili, annelerden öğrenilen dil. Daha sonra ailede, çevrede, mektepte geliştirilen dil.
Bir gün yüzyıllardır anlaşma aracımız olan dilin öz dilimiz olmadığı iddiasıyla ortaya çıkılıyor ve devlet halka, “Bu işte sizin öz dilinizdir” diyor! Bunun dünyada başka örneği yok.
İşitmedik demeyin ha, kulak verin baylar;
Ne ruh var ne madde, tin var özdek var!
Bilirsiniz de demek şimdi tinsel özdeksel
Bu işte öz dilimizdir! Nasıl değil mi güzel!
Biz yaptık çok güzel oldu! “Öz dilimiz virüsü” geçen zaman içinde esas dilimizi tarümar etti. Kelimelerimizi kaybettik. Yüzlerce yıllık arkaplanı olan, ruhu olan kelimeleri unutturuldu, ne idüğü belirsiz uydurmalara mahkûm edildik. Dili bir kavga, çatışma alanına çevirdik.
Sonuç? Halil Nihad şöyle diyor:
Bakınca dünküne gördüm de bugünkü hali fena
Yarınki hali de tahmin edip beter yazdım!
Köklü bir milleti “uluslaştırmak” için neler yapılmadı? Onlardan sadece kılık kıyafetlerini değil, dillerini, müziklerine, hatta dinlerini değiştirmesi istendi.
Şöyle dediler: Siz bilmiyorsunuz! Sizin diliniz bu, müziğiniz bu, dininiz bu!
Bu ceberrutluğu hâlâ savunanlar var!