‘Gezi’yi hatırlamak

Gezi dâvası kararı, unutulmaya yüz tutmuş bir hadise ile ilgili zihin tazelemesine yol açtı. Aradan bunca zaman geçti, Gezi olayları da tabiatıyla unutuldu, en azından geri plana düştü. Büyük çoğunluk unuttu, biz de hatırlamayanlar safındayız.

“Gezi olayı” sırasında, bir tesadüf, Türkiye’de değildim. Türkiye Yazarlar Birliği’nin iki yılda bir düzenlediği Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni vesilesiyle Kırgızistan’da bulunuyordum. Şiirle, edebiyatla dolu günler geçiriyorduk. Bişkek’ten Burana’ya -ki büyük bir medeniyet merkezimiz olan Karabalgasun şehri harabeleridir-, oradan da Isık Göle gidiyor, kardeş bir ülkede başka ülkelerden gelmiş kardeşlerle hemhal oluyorduk.

Cengiz Aytmatov’un yurdunda olduğumuz için onun Gün Olur Asra Bedel romanı ve mankurtlaşma kavramı zihnimize arada bir takılmıyor değildi. Yine de tabiatın kucağında, dedikodunun uzağında bir hafta geçirmiştik.

Döndük ki ne dönüş!

Gittik geziye, döndük “Gezi”ye!

İşte o günlerde not aldığım intibalarım:

“Ortalık alan talan...At izi it izine karışmış. Meydanlar gaz kokuyor! Sokaklarda 28 Şubat’ı andıran tencere tava gürültüleri. Evlerde lambaya püf deme eylemleri... Tamam bir yolculuk yaptık ama, geriye doğru değil! Türkiye neredeyse 20 yıl öncesine dönmüş. Bir an tereddüt etmedim değil. Ashab-ı Kehf kıssasının içinden geçmişim gibi...

Uzun süren ve sinirlerimizi tahrib eden teröre rağmen vatandaşlar arasında çatışma çıkmadı. Ekonomi gelişti, milli gelir arttı. İstihdam yeterli olmasa da genişledi. Göstergeler iyi...Türkiye’nin iyiliği batının bin yıllık kâbusu...Türkiye gerçekten iyi olursa, bölge rahatlar. Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu üzerinde barış rüzgârları eser.

Oysa savaş dünya sisteminin vazgeçilmezidir. Bir yerde barış sağlanmışsa, başka bir yerde yeni savaşlar çıkmalıdır.

Türkiye bir cephede rahatladıysa, başka bir yönden sıkıştırılmalıdır. Yeni çatışma alanı demek ki şehirler! Dağda olup biten uzağımızda idi. Şehirde ise kucağımızda! Sokaklar, caddeler her ne amaçla yola çıkılırsa çıkılsın, çapulcuların hâkim olduğu yerler haline geliyor. Bir toplumun birlikte yaşama iradesi, kanunlar, örf ve âdetler...Bütün bunlar hiçe sayılıyor. Hepimizin parasıyla alınan otobüsler yakılıyor, duraklar parçalanıyor, kaldırımlar sökülüyor...

Şehre döndüm ki, savaş sonrası!

1970’lerden bu yana çok öğrenci, gençlik, eylemi gördüm. Çatışmaların içinde kaldım. Sağının solunun edebinin bu kadar düştüğünü, iptizale uğradığını görmedim. Bu kadar hayasızlığın, ahlâksızlığın nasıl revaç bulduğunu anlayamadım.

Küfürlerin en alenisi...Annelere, eşlere uzananı...

Utanmak kelimesi yetersiz kalır. Bunlar bu duvarlara nasıl yazıldı? Çevrecilik eğer bir duyarlıksa, ağaca ota duyarlıktan da öte bir aziz insan var. İnsanı hiçe sayan, onun bedenini veya ruhunu ayaklar altına alan bir yaklaşım böyle bir eylemde asla yer bulamamalı.

Küfürlerin, hakaretlerin bini bir para. Ne çevreciliği ne fikri ne zikri! Bu en müptezel zorbalık. Çoluk çocuk, dilinde küfürden başka söz olmayan bir güruh...

Şehri korumak, onun maddi varlığını korumak yanında sokakların, caddelerin meydanların nezahetini korumak aynı zamanda…”

Hukuk, adalet kötülüğü silmeli ve unutturmalıdır.

Nedense bende tazeledi!

YORUMLAR (101)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
101 Yorum