Hiç böyleliğin görmemişiz ramazanın!

Babası Şeyhülislam Ankaralı Bayramzade Zekeriya Efendi’den ötürü hemşehrim saydığım 17. Asrın büyük şairlerinden Şeyhülislam Yahya Efendi’den ödünç aldım başlıktaki ibareyi.

Bilenler itiraz edebilir, çünkü ufak bir tahrifat yaptım, bahar yerine ramazan kelimesini koydum. Vezne uymadı ama, hâlimize uydu!

Bülbüller öter güller açar şâd gönül yok

Hiç böyleliğin görmemişiz fasl-ı bahârın

Güzel türkçenin zaferlerindendir bu iki mısra. Anlaşılmayacak bir şey yok, yine de düz ifade edelim: Bülbüller öter, güller açar fakat gönlümüz şen değil. Hiç böyle bir bahar mevsimi görmemiştik…

Ramazan 33 yılda bir devreder, biz yaşımız gereği, iki devrini yaşadık. Muhtemelen bahar ramazanlarının üçüncü devrindeyiz.

Ne ramazanlar gördük, gerçekten hiç böyleliğini görmemiştik! Bizden öncekiler görmüş müydü? Geçmiş asırların şartlarında bu tür salgınlar ancak uzun süre içinde dünyanın çeşitli bölgelerine yayılıyordu. “Korona kıran”ı birkaç ay zarfında dünyanın öbür başına ulaştı ve insanları evlerine hapsetti. Bütün dünyada ramazanları aynılaştıran bir durum sözkonusu ve ilk defa yaşandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Evet böyle bir ramazan, biz yaşarken oldu!

İbadetler her ne kadar ferdî ise de birçoğunun gerçekleştirilmesi topluluk gerektirir. Cemaatle kılınan namazlar, tek başına kılınandan efdaldir. Cuma namazı ancak cemaat namazıdır.

Camilerin sebebi hikmeti cemaattir, cumadır. Eski şehirlerde en büyük camilere cuma camisi denirdi ve cuma orada kılınırdı. Bir beldenin bütün ahalisini cem eden bu camilerin şahsî ibadetin ötesinde tesirleri olduğundan şüphe yok.

Ramazanın da çok güçlü bir sosyal arkaplanı vardır. Orucu yalnız tutarız, fakat iftarlarımızı en azından ailecek açarız. İftarlarımıza katılan/davet edilen akraba, eş, dost olur. Bizler de eşin dostun, akrabanın iftarlarına katılırız. Belediyelerin son yıllarda bir defada binlerce kişinin katıldığı iftarlar verdiğini biliyoruz. Ramazan neşvesi iftarlarla, zekât ve fitre ile geniş kitlelere yayılır.

Ramazan hayatımızda bir bahar havası estirir. Durağanlaşmış dinî hayatımızı canlandırır. Dikkatlerimizi içimize yöneltmeye zemin hazırlar. Ramazan aynı zamanda bir hesaplaşma ayıdır.

En önce kendimizle hesaplaşma elbette. Nereden geldik, nerede duruyoruz ve seyrimiz nereye? Yaratıcı karşısında ne haldeyiz? İçinde yaşadığımız toplum içinde mevkiimiz ne? Kendimizle barışık mıyız? Kendimizle barışıklığımızı çevremize yayabiliyor muyuz? Kaç insanın hayrına hizmet ettik? Hacı Bayram Veli’nin ifadesiyle hiç “sîne çâk ettiğimiz” oldu mu?
İyilik için, güzellik için gayretimiz nicedir, kötülüğü, çirkinliği engellemekte ne durumdayız?

Bu dünyanın hayhuyu içinde kavgalar, nizalar, döğüşler, sataşmalar, itiş kakışlarla geçen günlerimize bakıp hayıflanıyor muyuz? İbadetlerimizden tad alıyor muyuz? Yoksa yasak savarcasına mı yapıyoruz?

Her ramazan, geldiğimiz gibi gideceğimizi de bize hatırlatıyor. Gelenler geçiyor, geçenler unutuluyor. Geçmişlerimizi hayatımızdan sildik mi? Onların hayatından, mematından hisse alıyor muyuz? Ramazan aynı zamanda bir hatırlatma ayı. Bize öyle çok şey hatırlatıyor ki, güçlü bir yoklamaya yol açıyor. Kendimizi geçmişimizi, dünümüzü bugünümüzü gözden geçiriyoruz.

Yarınımızı düşünüyoruz…

Divan edebiyatı öyle bir şiir dünyası kurmuştur ki, 14. Yüzyıldan bir şairin mısralarındaki hissiyat, üç asır sonra gelen bir şairin mısralarıyla yenilenir. Ben Şeyhülislam Yahya’dan bir buçuk asır sonra gelen Keçecizade İzzet Molla’nın

Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin

Bülbül hamûş havz tehî gülsitân harab

Beytiyle büyük şairimizin hissiyatını tazelediğini düşünürüm.

Ramazan neşvesini tecridde bulmanız niyaziyle!

YORUMLAR (32)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
32 Yorum