Kendini ödüllendirmenin Nobel’i!
Dünyanın en meşhur ödüllendirme sistemi Nobel’dir her halde. Dinamitin mucidi İsveçli Alfred Nobel, bu ödüllendirme için servetinden muazzam bir pay ayırmıştır. Onun vasiyetine yerine getirmek üzere 1901’den beri çeşitli dallarda Nobel ödülleri veriliyor.
Hiçbir ödüllendirme tam mânasıyla objektif (ve masum) değildir. Ödüllendiren kendini ödüllendirmek ister aslında! Bunun önüne geçmenin yolu, yaygın bir değerlendirme yapısı oluşturmaktır. Nobel kurumlaşmış bir ödül sistemidir. İşleyişe bakılırsa İsveç Kraliyet İlimler Akademisi, İsveç Akademisi, Karolinska Enstitüsü ve Norveç Nobel Komitesi işin içindedir. Biz ilim, fen, ekonomi ödülleri ile ilgili pek fazla bir şey söyleyecek durumda değiliz. Sadece kimya alanında çok erken yaşta bütün dünyanın tanıdığı ve neden Nobel almadığını merak ettiği merhum Oktay Sinanoğlu’nun bir sözünü aktaracağız: “Nobel’de öncelik Yahudilerindir!”
Nobel ödüllerinin yüzden doksanı aşan şekilde Avrupa, Amerika (tabii kuzey) ülkelerine verilmesi bir şekilde tevil edilebilir. Zaten dünyanın ilmi, tekniği ve ekonomisinin dinamizmini bu ülkeler temsil ediyor, denilebilir. Ya edebiyat ve barış ödülleri için ne söylenebilir?
İlim ve teknikte olmasa bile, edebiyatta Avrupa dışı çok köklü diller ve edebiyatlar var. Bunlar neden gereken ilgiyi göremiyor?
Gerçi Nobel kuşu zaman zaman bu ülkelere de uğrak verir. Verir de, bu ülkelerden seçilenler hangi kritere göre seçilir? Türk edebiyatının 20. Yüzyılda büyük şairleri ve yazarlarının uzağından bile geçmezken bir tek Yaşar Kemal’in Nobel dedikodusu yapılır. Değişmez Nobel adayımız olarak dünyasını değiştiren Yaşar Kemal’den kendilerine post çıkaracaklarını düşünmüş olmalıdırlar. Sonra gelir Orhan Pamuk’da karar kılar edebiyat ödülü. Bu ödülü aldığında Orhan Pamuk Türkiye’nin en büyük edebiyatçısı olarak geniş bir kabul görmekte midir? Bunu söylemek mümkün değildir. Elbette Pamuk’un önemsiz bir yazar olduğunu söylemiyoruz, fakat Nobel açısından onun asıl öneminin Türkiye aleyhinde kullanılma potaniyelinde yattığı şüphe götürmez.
Burada oryantalist beğenmenin devreye girdiği görülüyor. “Sana ödül verdiğimde de kendime ödül veriyorum” diye formüle edilebilir bu.
Bu sene Nobel ödülü bir Avusturyalı yazara verildi. Görünüşte bir tuhaflık yok, fakat öyle bir yazara verildi ki, bu zat Balkanlarda Sırpların Boşnak soykırımını alkışlıyor! Ekim ayında edebiyat ödülünün Peter Handke’ye verilmesi üzerine bir açıklama yayınlamıştık: “Nobel edebiyat ödülünün adı İslâmofobi-Türkofobi ödülü olarak değiştirilsin!”
Nobel ödüllerinin bilhassa edebiyat ödülünün siyasi arkaplanının her zaman güçlü olduğu bilinmez değil. Balkanlardaki son kanlı soykırımda etnik temizlikçi Sırpların arkasında duran, Srebrenista katliamını tanımadığını açıklayan, soykırım ve diğer savaş suçlarından yargılanan eski Sırbistan lideri Slobodan Miloşeviç’in cenazesinde konuşarak bir daha tarafını ortaya koyan bir şahsın bu yönünün bilinmemesi mümkün değildir. Öyleyse böyle birine neden Nobel edebiyat ödülü veriliyor?
Aslında bunun açıklaması zor değil. Zulme uğrayan Müslümanlar olduğunda, Türkler olduğunda kör ve sağır olunuyor, hatta “bunlar katliam sayılmaz” deniliyor. Böyle diyenler de baş tacı ediliyor. Bu ödül vesilesiyle bunun böyle olduğu bir daha ortaya konulmuş oluyor.
Ödül Türkiye’den birine verilse idi, eminiz ki yine durum değişmeyecek, bu sefer içeriden benzer biri ödüllendirilecekti. Buna “kendini ödüllendirmenin Nobel’i” demek yanlış olmaz!