‘Millet’le ‘ulus’un kavgası !
Millet mi, ulus mu? Miliyetçilik mi, ulusçuluk mu? Millî devlet mi, ulus devlet mi?
Sondan başlayalım. “Ulus devlet”, türkçe bir söyleyiş değil. Bunu Millet devlet, şeklinde söylersek, sakilliği daha iyi anlaşılır. “Ulus devlet” ulus-al, yani millî devlet değildir. Fakat kullananlara bakarsak, ikisinin arasında fark yoktur! Bu son zamanların türkçe fakirliğinin göstergelerinden biridir.
Türkiye’de “millet”le “ulus” çatışması 1930’lardan kalmadır.
Ankara’da 2015’te Millet Camisi açıldı, bu şehirde bir vakitler “Millet Meydanı” olduğunu ise bilen kalmamıştır. Meydanın adı “Ulus” yapılmıştır da halk “Heykel” der.
Çünkü bu meydanda meşhur heykellerden biri vardır. “Zafer âbidesi”nin kaidesinde Osmanlı harfleriyle kitabeler yer alır. Bir de kabartma: Köklü bir ağaç, devrilmiş/kesilmiş, fakat yeni bir filiz sürmüştür. Köklerle irtibat böylece vurgulanmak istenmiştir. Heykel, Avusturyalı heykeltraş Henri Krippel tarafından 1927’de yapılmıştır.
Millet’ten neden vaz geçildi? Ulus neden tam olarak milletin yerini alamadı? Millet arapça idi, esas olarak “din, inanç, ilâhî hükümlerin tamamı, şeriat” anlamına gelirdi. “İbrahim milleti”, Kur’an-ı Kerim’de geçen bir kavramdı. Bu aynı zamanda inanca bağlı bir topluluğu ifade ediyordu. Batıdaki nation kelimesine karşı 19. Yüzyılın sonunda bu kelime kullanılmaya başlandı. Laik cumhuriyetçiler, kelimenin dinî arkaplanından rahatsızdı. Arapçadan kaçıldı, moğolcaya sığınıldı ve ulus kelimesi bu yüzden benimsendi.
Ulus, sentetik bir millet ve milliyetçilik meydana getirmek isteyen cumhuriyet yönetiminin, ki buna “CHP yönetimi” de diyebiliriz, tercihidir.
Milliyetçilik 20. Yüzyılda Türkiye’nin en fazla tükettiği kavramlardandır. Batı kendi toplumunu inşa ettikten başka, 19. Yüzyılda, doğu halklarının bu arada Türklerin kimliklerinin yeniden şekillenmesi için oryantalizm çalışmalara hız vermiştir. Türkoloji çalışmalarıyla, “Türklerin kimliği, Batı’da oluşan yeni ilişkilere göre Batı ile uyumlu biçimde yeniden biçimlendirilmiştir. Sonuçta Batı’daki Türkoloji çalışmaları, Orta Asya Türklüğü temelinde Türk kimliğini Osmanlılık dışında yeniden tanımlama çabası olarak karşımıza çıkmaktadır.” (Mehmet Karakaş’ın “Türk ulusçuluğunun inşası”, sf.100)
Dil devrimi bu durumda merkezî bir konumdadır. Türkçe’nin gelenekle bağlarının koparılması masumane bir uygulama olarak görülemez. Böylece, Osmanlı ve İslâm’ın dışında bir Türk kimliği inşa edilmek istenmiştir. “Osmanlının geleneksel konumu ve anlayışı dışında şekillenen bu çalışmalar; daha ziyade antropolojik bulgulara dayanan incelemeler olarak telakki edilebilir. Âdeta tarihsiz toplumları inceleme usulleri bu çalışmaların metodunu oluşturan unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. (A.g.e.)”
Türklerin kimliği Batı’nın Türklerle ilgili geliştirdiği yeni siyasetine uyumlu hale getirmek için yeniden yorumlanmakta, böylece milliyetçilik/ulusçuluk kavram olarak tam bir “Truva atı” konumu kazanmaktadır.
Türkiye’de batı tipi milliyetçilik veya ulusçuluk, organik milliliğe bir alternatif olarak ortaya konulmuş, gücü ele geçiren komitacı unsurlar yeni bir Türk kimliği, yeni bir “ulus” inşa etmek için baskıcı metodlar uygulamışlardır. Bu baskı ve şiddete rağmen arzu edilen toplum bir türlü inşa edilemediği için, darbe dönemlerinde yeni hamlelerle canlandırılmaya çalışılmıştır.
Peki Türkiye’nin gerçek milliliği ne idi? Türk siyasi tarihi ile ilgili çalışmaları ile bilenen Prof. Kemal Karpat Osmanlı-İslâm ve doğu toplumlarında geçen yüzyılın sonunda organik, kendiliğinden bir millilik akımı ortaya çıktığı görüşüne varmıştır. Bu hiçbir ideologun çerçevesini çizmediği, teorisini yapmadığı, hiçbir resmî propaganda ve zorlamanın olmadığı bir oluşum olarak tezahür etmiştir. İttihad-ı İslâm fikri (şimdi islâmcılık deniliyor, elbette, bir aydın hareketi olan teorik “islamcılık”tan farklı bir şeyden söz edilmektedir) geçen yüzyılın sonunda Osmanlı toplumunun, müslümanların, türklerin milliyetçiliği olarak yükselmiştir. Bu milliyetçilikte bütün yapıcı unsurlar kendiliklerinden rollerini oynamışlar, tabiî bir toplum modeli, kendinden güç alan bir iktidar yapısı ortaya koymuşlardır. 2. Abdülhamid’in yürüttüğü politikalar, bu millilik anlayışıyla uyumlu olduğu için başarılı olmuştur.
İttihatçılar ve onların varisi olan cumhuriyetçiler, yeniden sentetik milliyetçiliğe, devlet tarafından inşa edilen millet/ulus fikrine dönmüşlerdir. Devlet halk uyumsuzluğunu tırmandıran bu uygulamalar, bugüne çözümsüz problemler devretmiştir. Bizatihi sentetik milliyetçilik/ulusçuluk çözümsüz bir problem olarak günümüze ulaşmıştır. Ulusçu fakat milletine düşman, milletinin değerlerine karşı zümreler bölünük bir ülke tablosu meydana getirmiştir.
Bugün millet, millî kelimeleri hâlâ tabiî olarak kullanılmaktadır, ulus ve ulusalı ise bazı kesimler şuurlu olarak dolaşımda tutmayı sürdürmektedir. Devlet kurumlarında da kafa karışıklığı hüküm sürmekte, her iki kelimeye de rastlanmaktadır. Millî Parklar Genel Müdürlüğü ile Ulusal Gıda Referans Laboratuvar Müdürlüğü aynı bakanlığın teşkilatı içinde yer almaktadır.
Mücadele kelimeler üzerinden sürdürülmektedir. Geleceğimizi bu kelimeler arasında yapılacak seçim belirleyecektir!