“Pandemiyanı uşaqlara necə izah etməli?”
Dünya bir taraftan bu “evrensel virüs”ü anlamaya çalışıyor, bir taraftan da anlatmaya. Her gün, her saat ikazlar, hatta tehdide varan uyarılarla karşılaşıyoruz.
Bilgilendirerek, ikna ederek insanları evlerinde tutmaya çalışmak mecburiyeti var. Bütün dünya aynı şeyi yapmak istiyor, tabiî farklı dillerde. Türkçe konuşan, yazan son yıllarda “türkî” olarak adlandırılan topluluklar var. Bunlara umumen Türk denilebilir mi? Denilebilir, o zaman Türk toplulukları söyleyişi de tercih edilebilir. Dikkat edilirse, türkî, yani türkçe söyleyişi yaygınlık kazanmış. Irk değil, dil üzerinden bir tanımlama ağır basmış. Kök dil türkçe, asırlar içinde farklı coğrafyalarda, farklı siyasî yapılarda değişiklikler geçirmiş.
Türkîlerle biz Türkler ne ölçüde anlaşabiliriz? “Efendim dilimiz aynı değil mi? Kolaylıkla anlaşırız”, diyenler çıkabilir. Biz deriz ki bu hem kolay hem de müşkil bir iştir. Geçenlerde Özbekistan Cumhurbaşkanı geldi, Millet Kütüphanesi’nin açılışında konuştu. Bu konuşma, tercüme edildi! Oysa, hani “osmanlıca” deniliyor ya, ona vâkıf olanlar kardeş ülkenin cumhurbaşkanını kolaylıkla anladılar. Dikkat: Öztürkçe (!) üzerinden değil, tarihî müşterek kelimelerimiz üzerinden anlaşılabiliyor!
Azerbaycan cumhurbaşkanı Türkiye’de konuştuğunda çeviri yapılıyor mu? Galiba yapılmıyor ki, dikkatimizi çekmemiş. Bu demektir ki, en rahat anlaşabileceklerimiz Azerbaycanlı kardeşlerimiz. Günlük dilde ciddi bir mesele çıkmaz.
Ya sonrası? Bizim Anayasa’da resmi dilin türkçe olduğu yazılı. Ya Azerbaycan “konstitusiya”sında ne yazıyor? Azerbaycan dili! Ne yapacağız şimdi? Onlarda anayasa diye bir kelime yok. Rusca üzerinden geçen konstitusiya var! Dil de resmen türkçe değil, “Azerbaycan dili”! Gerçi, Elçibey’in zamanında bu “Azerbaycan türkçesi” idi, değiştirildi.
Azerbaycan dili sevimli bir türkçedir bizim için. Şive şirinlikleri bizi etkiler. Bundan bir hayli yıl önce, İran elçiliğinde iftar programı var, büyükelçi mutad bir hoşgeldiniz ve teşekkür konuşması yapmaya başladı. Azerî şivesi ile konuşuyor. Herkesin yüzünde bir tebessüm belirdi. Büyükelçi birkaç cümle sarfettikten sonra konuşmasına farrsça devam etti. Bu iki sebeple açıklanabilir; birincisi herkesin yüzündeki tebessüm elçiyi rahatsız etti, ikincisi, İran’ın resmi dili farsça, büyükelçi farsça konuşmalı!
Başlık okuyucularımızın dikkatini çekmemiş olamaz. Hem Azerbaycan türkçesi ile hem de alfabesi ile. (Farklı harflere dikkat!) Peki ne demek istiyor? “Pandemiyi çocuklara nasıl izah etmeli.”
Biz de “uşak” derdik, sonraları çocuk ağır bastı, uşak kelimesinin diğer anlamı ağır bastığı için olabilir. Hâlâ da en azından Karadeniz bölgesinde “uşak” denilmeye devam ediliyor.
Bu Azerbaycan türkçesi haberden iki cümle daha aktaralım:
“Koronavirus pandemiyasına görə dünya boyu məktəblərin çoxu bağlanıb. UNESCO təhsil müəssisələrinin bağlanmasının bütün dünyada məktəblilərin 87 faizini əhatə etdiyini bildirir. Uşaqların çoxu bunun səbəbinin virusla bağlı olduğu bilir, lakin valdeynlər karşısında bir sual durur: onlara pandemiyanın nə demək olduğunu necə anlatmaq olar?”
Anladık değil mi? Üç aşağı beş yukarı anladık elbette!
Tam olarak nasıl anlamalıyız bu cümleleri?
“Kronovirüs pandemisi sebebiyle, bütün dünyada okulların çoğu kapatıldı. UNESCO öğrenim kurumlarının kapanmasının bütün dünyada yüzde 87’den fazlasının içine aldığını bildiriyor. Çocukların çoğu bunun sebebinin virüsle ilgili olduğunu biliyor, lâkin ana babalar karşısında bir soru var: Onlara pandeminin ne demek olduğunu nasıl anlatmak gerekir?”
Biz mektep kelimesini bıraktık, Fransızca ekol’den okul yaptık. Tahsil kelimesini terk ettik, öğretim diyoruz. Müessese yerine kurum deniliyor. Valdeyn kelimesi ilgi çekici, biz ebeveyn diyoruz. Yani eb-babadan, onlar ise valide-anadan türetilmiş kelimeyi kullanıyor.
Türkçenin zorla değişimi, yani dil devrimi Türkîlerle anlaşmamızı pek kolaylaştırmışa benzemiyor galiba!