Deplasman

“Kendi evimde deplasmandayım Bu çok acı bir şey, bilmem nasıl anlatayım.”*

Dönebilenlerimiz evlere döndü. Ya da kapılardan geçip duvarların içine girince böyle olduğunu düşündük. Öyle değil mi, duvarları ve kapısı olunca ev sanıyoruz genelde. Ne kötü bir yanılgı.

Evlerde vakit geçirdikçe fark ediyoruz yanıldığımızı. Dışarıya sadece camdan baktığımızda yan yana duran binalarımızın aslında birbirinden ne kadar uzak inşa edildiğini anlayabiliyoruz. Sokağımızın, caddemizin bir estetiği olmadığını, bu çağın mimari tarzını kuramadığımızı görüyoruz.

Daha da kötüsü şu ki evlerimizi de ev yapamıyoruz. Kombilerimiz, sobalarımız var ama evin içi bir türlü ısınmıyor. Ev ile yuva arasına duvar örmüşüz çoktan.
Evde olmak huzurlandırmıyor bizi. Oysa ev; güvenli, huzurlu, sıcak, samimi bir yer değil midir? Eve neden bu kadar yabancıyız?

Evlerimiz sıkışık. Şehirlerde balık istifi dizilmiş durumdayız. Evler, mesai dışı saatlerde dinlenmek için kullandığımız yerler sadece. Bizim için bir “iç alan” değil. Özel, değerli, mahrem bir yanı da yok pek. Yatak odaları bile yarışmaya açılıyor televizyonlarda. Ev algımızla birlikte mahrem algımız da hızla sarsılıyor.

Ömer Erdem, “Bir Ev Nasıl Sevilir?” şiirinde şöyle demişti:

“giriş dahil bütün kapılar senin örtün
sert kapma bir bebeği uykuya yatırır gibi anlayacağın”

Bizim kapılarımız örtümüz mü, bundan emin değilim.

Tüm bu soruların ve sorunların aynı yere vardığını biliyoruz. Bir evi sevmenin ne demek olduğunu, insanın eve dönmesinin neye tekabül gerektiğini de biliyoruz çünkü. Fakat dönüp dursak da eve varamıyoruz. Duvarların içindeyiz, konum atabiliyoruz ama adresimizi bir türlü bulamıyoruz.

Mahmud Derviş’in en sevdiğim dizelerindendir:
“Nedir kıymeti insanın adresi yoksa?”
Ve ne zaman okusam İsmet Özel tamamlar onu:
“Cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır”

Bu ikisi arasında bir yerdeyiz ama yine de açık adres veremiyorum.

Evime bakıyorum ve onda bir şey arıyorum. Isıtan bir şey, güzel bir şey, konuşan bir şey. Siz de arıyor musunuz?
Evimizde bir şeyler bulduğumuzda, evimizde izimiz olduğunda bir “ev sahibi” olacağız ancak ve bu deplasmandan çıkacağız.

“Dünya kiracısı ve ev sahibi” olmak. Buna ihtiyacımız var. Belki evde geçen sürede bunu çözebiliriz.

Böyle diyorum çünkü evde kalanların büyük bir bunalım yaşadığı çok aşikar. Herkes daha gergin, daha kırılgan. İntihar haberleri bile geliyor. Wuhan’da insanlar sokağa döndüğünde hızla boşanma dairelerine yönetmişti. Bundan korkuyorum.
Evimizi bir an önce yuvamız haline getirmemiz lazım. Mimarisiyle, estetiğiyle, ruhuyla, hatırasıyla, sesiyle.
Özet şudur:
Evde kalmak bizi bunaltıyorsa zaten evsiz kalmışız demektir.

Allah evimizi ısıtsın.

***
Her hafta daha acı bir tabloyu görüyoruz. İnsanın konuşası gelmiyor, acı hepimizin bir yerlerinden taşıyor. Yine de bir yerden devam etmek lazım. “Şimdi sırası mı?” demek bazen bizi sıraya geçip kara kara düşünmeye itiyor. Bu süreçte sırası olmayan şeylerden bahsedeceğim için incittiğim dostlar olursa özür dilerim. Bir taziye evinde başka şeylerden bahsetmek ayıptır biliyorum fakat burayı taziye evine çevirmemek için elimizden geleni yapmak zorundayız.
Geçen ay “Devam Etmek” başlığıyla bu işlerden biraz bahsetmiştik, bir açıklama olarak onu tekrarlamak isterim.

* Yüzyüzeyken Konuşuruz’un Kendi Evimde Deplasmandayım şarkısından.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum