Dil Yarası

Bu yazıyı, Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatları doğrultusunda, Sayın Cumhurbaşkanımızın kıymetli himayelerinde, Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde, Sayın Cumhurbaşkanımızın açtığı yolda yazmıyorum. Bu yazıyı dümdüz bir genç, sipsivil bir vatandaş, bağımsız bir gazeteci olarak yazıyorum.

Peki neden bunu söyleme ihtiyacı duyuyorum? Çünkü nereye gitsem konuşmaya böyle başlayan birilerini görüyorum. Bu dilin bize getirdiği felaketi def edebilmek için bu dili kullanmamak yetmiyor, bu dile isyan etmek gerekiyor.

Dil nedir? Neredeyse her şeydir. Dille düşünür, dille bakar, dille söyleriz. Peki öyleyse neden her şey değil? Çünkü dille hissedemeyiz. Trajedi de burada başlar zaten. Dil, beyinle çelişmez fakat kalple çelişir. Yalan söyleyebiliriz, beyindeki üçkağıt dile öylece akar gelir ama kalpteki öyle kolay gelmez. Kelimelerle düşünürüz, dil beynin çerçevesini belirler fakat kalbin çerçevesini belirleyen dil değildir.

Bunu uzun uzun izah etmek yerine Ahmet Murat’ın Kalbin Kararı şiirine bir kez daha bakalım en iyisi. En güzel, en temiz, en kalbi o söylemiş:

“Kalbin kararını akıl tartar
Bu şuna benzer: akıl esnaftır
Şuna da: akıl yaralanır
Kalp yaralanmaz çünkü yaradır”

Bilmediğimiz kelimelerle hissettiğimizde edebiyat doğar. Hissetmediğimiz kelimeleri söylediğimizde ise yalan, riyakarlık ve diğer kötülükler.

İlgili ilgisiz her cümlenin dönüp dolaşıp “Sayın Cumhurbaşkanımız”a varması, içinde onun adı geçmeden açıklama yapılamaması elbette bu dil yarasını büyütüyor. Her şeyin oraya vardığı düzlemde, orası eleştirilemez ve dokunulamaz bir tabuya dönüşüyor. Bizden öncekiler yıllarca heykellere, efendilere karşı çıkarken temel argümanları şuydu: “Heykeli dikilen önce tabu, sonra put olur. Biz buna karşıyız.”

Bugün biliyoruz ki bazı putlar kelimelerle inşa edilir. Bugün put yapmak için alçı piyasası hızla yükseliyor. Bunu kırmaya çalışanlar böyle konuşmadıkları için bu alanladan uzaklaşıyorlar; samimiyet siliniyor ve yalakalık büyüyor. Biri bir şeyi sürekli söylüyorsa o genelde yalandır denilir. Her gün bir yerler “Sayın Cumhurbaşkanımız” diye söze başlayıp aynı şeyleri uzun uzun tekrarlayanların samimi olmadığını herkes biliyor. Erdoğan da “putlara karşı” yola çıkmış biri, bunun yanlış olduğunu o da biliyor.

Zaten herkes her şeyi biliyor, garip olan da bu.

Sadece söylemek biraz maliyetli. Mesela bugün bunlar yerine büyük kahramanlık öykülerini anlatıp geçseydim benden kralı yoktu. Beynim; onları anlatmanın kârlarını da, bunları anlatmanın maliyetini de ölçüyor. Fakat ben esnaf olan aklımı bir kenara bırakıp kalbin yarasını anlatmayı tercih ediyorum.

Nerede kalmıştık, her yeri kuşatan dilde.

Dil elbette sadece kelimelerle kurulmuyor. Bazen tabelalarla, bazen tablolarla, bazen binalarla geliyor. Hepsinin bolca örneği var, biz neredeyse tüm kamu kurumlarına asılan fotoğrafa bakalım şimdilik.

Nereden bakalım, bizim büyük ve güzel rüyamız Bosna’dan bakalım

Aliya, 25 Mart 1994’de şöyle demiş:
“Evvelâ, şu duvarlarda asılı olan resimlerimin benim onayım alınmadan asıldığını belirtmek isterim ve toplantıya verilecek olan ilk arada bunların kaldırılmasını istirham ederim. Tevazu gösterisi gibi algılanmasın; alâkası yok. Basitçe söylemek gerekirse, bu bizim adetimiz değil. Umarım benimle aynı fikirdesinizdir.”

Aliya her şey demiş, uzatmayalım da sadede gelelim.

Bugün 15 Temmuz’un yıldönümü. Konu buraya gelince önce bir duralım. Kaybettiklerimize rahmet dileyip, gazilerimize hürmet edelim. Bir Fatiha molası...

15 Temmuz, yepyeni sayfaları açma imkanı vermişti bize. Peki biz o yeni sayfayı açabildik mi yoksa eski karalamaların üzerinden devam mı ediyoruz?

15 Temmuz çok yeni ve çok hassas bir mesele olduğu için henüz masaya yatıramıyoruz. Acılar taze fakat bu, işi sloganlarla geçiştirmenin bir bahanesi olmamalı. En azından 15 Temmuz’dan sonra doğan bu korkunç dili artık konuşalım.

Şunu bari bu yıl açıkça söyleyelim: Bu dil, sadece yalakalara alan açar ve eleştirelliği öldürür; sistemi tıkar. Bürokrasiden sivil topluma, sanattan spora kadar her yeri kuşatır ve daraltır.

Sivil toplumun, entelektüellerin, sanatçıların bu dile keskin bir biçimde itiraz etmeleri gerekiyor. Bu dil büyüdükçe her yere yerleşir. İktidarlar değişir, dil kalır.

15 Temmuz’un yıl dönümünde şehitlerimize rahmet diledikten hemen sonra açamadığımız o bembeyaz sayfa için itiraz edip daha bağımsız bir dil için mücadele etmemiz gerek. Yapabilir miyiz, bence deneyelim.

Orhan Gencebay, Dil Yarası’nda şöyle demişti, tekrar edelim:

“Kaybolan tek biz değiliz bunca yıllık emekler”

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum