Filmin sonu...
Filmin adı: The Highwaymen... Yani Haydutlar.
Film 2019 yılında çekilmiş olmasına rağmen sanırım 4. veya 5. kez seyrettim.
1930’larda hapisten kaçan ve önlerine çıkan polisleri hiç acımadan öldüren kanun kaçağı Bonnie ve Clyde’yi yakalayan iki Teksas Ranger’ın hikayesini anlatıyor.
Filmin sonu aslında tüm hikayenin özeti.
Öldürülen haydutların cesetleri halk tarafından sevgi seline uğrar. Cenazelere de binlerce kişi katılıyor.
Ama kimse bu kanun kaçaklarının öldürdüğü polisleri sorgulamıyor. O polislerin ailelerini, çocuklarını kimse akıllarına getirmiyor.
Ortada anlaşılmaz bir haydut sevgisi vardır.
***
N.Geographıc olsun V.History olsun çok fazla ikinci dünya savaşı belgeseli yayınlanıyor. Savaşın anlık durumundan ziyade savaş öncesi süreç çok önemli.
Gelir dağılımı bozukluğuna, dış düşman nefretinin körüklenip kullanılmasına, ekonominin temelinin silahlanma ve büyük binalar yapımına yönlendirilmesine vs vs...
Müthiş hikayeler.
Son yıllarda boş zamanımın büyük kısmında belgesel seyrediyorum.
Hitlerin meşhur Nürnberg Mitingi var... Sokaklar tıklım tıklım; herkes “Heal Hitler” diye bağırıyor. Müthiş bir halk sevgisi.
Ama bu sevgi Alman toplumuna ölüm olarak dönüyor. Ve sonunda Müttefikler Nürnberg sokaklarına girdiklerinde soruluyor: “Sen Nazi misin? Hayır” ... Meğer kimse Nazi değilmiş...
***
Halktv.com.tr’de Mustafa K. Erdemol “Koltuğu kaybedince kötü oluyorlar” başlığı ile bir yazı yazmıştı.
Orada Brezilya’da seçimi kaybeden Jair Bolsonaro’nun ABD’de bir tavukçuda tek başına yemek yemesini anlatıyor.
Ve seçimi ve/veya iktidarı kaybeden otokratik-diktatör liderlerin ne yaptıklarını, nasıl yaşadıklarını bir bir vermiş...
Çok ilginç hikayeler var... Ama iki kilit noktayı söyleyeyim: 1-Gücü elinde bulundururken zalim ve her türlü yalanı iftirayı kullanan ve taraftarlarına da bu dili ve yöntemi kullandıran bu liderler, kaybettikleri zaman tam tersi karaktere bürünebiliyorlar. 2-Ve çok daha ilginci kaybettikleri zaman iktidarda iken en fazla suçladıkları, düşman gösterdikleri ülkelere sığınabiliyorlar.
Mesela Bolsonaro ABD’ye giderken Augusto Pinochet ise İngiltere’ye gitmiş.
MALİYETİ TABAN ÖDÜYOR
Şimdi bunları neden yazdığımı ifade edeyim. Sürekli söylediğim cümleyi tekrar ederek konuya giriş yapayım: “Toplum parayı bulur ama kaybettiği realiteyi (aklı) zor bulur”
Ülkemizde maalesef yönetim baskısı bir çok endeks ölçümünün de gösterdiği gibi demokrasiden uzaklaşma işaretleri vermektedir.
Özellikle Partili Cumhurbaşkanlığı sonrası kurumların ve kuralların işlemesinde ciddi aksaklıklar oluşuyor ve bunun da maliyeti ekonomik olarak topluma yansımaktadır.
Daha düne kadar dindar-muhafazakar kesimin şikayet ettiği bir çok uygulamayı bu sefer bu görüşteki iktidar yapıyor ve taban da bunu aklileştirebiliyor.
Buna örnek vermek gerekmez sanırım. O kadar fazla ki... Lakin en acısı toplumun yoksulluğu bile içselleştirmiş ve artık sorun görmez noktaya gelmiş olmasıdır.
Bunların acısını bugün bizler çekebilir ama görmezden gelebiliriz. Lakin yarın evlatlarımıza, torunlarımıza bunun maliyetinin çok yüksek oranda çıkması nerede ise kesin olarak bellidir.
Daha düne kadar duruş olarak ilkeselliği çok farklı olan bu tabanın, bugün tam tersi görüşleri güç bizde diyerek içselleştirmiş olması acı bir tablodur.
Ve görülmüştür ki, realiteyi kaybeden toplumlarda en acı faturayı iktidarın görüş tabanı ödemektedir.
İktidarın sürmesi halinde de ödenen bu fatura maalesef her şartta tabana yazılmaktadır.
***
Bugün Üretim-Yatırım-İhracat ve İstihdam adı ile yola çıkılan modelin nerede ise tüm ayakları çökmüş olmasına rağmen daha bunu bile sorgulayacak durumda olmayan bir kesimle nasıl yol alınabilir ki? Böyle bir toplum doğruya ve ideale gidemedikten sonra varacağı nokta neresi olabilir?
Bilimi kaybeden, söylevle realiteyi yer değiştiren bir hareketin ülkeye vereceği ne olabilir?
Acı bir gelecekten başka...