Kaybedilen yılların biriken enerjisi
Aslında kazandığımızı sandığımız uzun yıllar boyunca da kaybettik. Çalışma azmimiz, üretim yeteneğimiz ve ülkemiz için gösterdiğimiz fedakarlığımızı siyasette bir türlü gösteremedik.
Toplum, yüksek çalışma azminin karşılığını alın teri olarak alamayınca, siyasi rüşvetlere meyli arttı. Her mahalleye iki milyonerden tutun, herkese iki anahtara kadar varan yüksek vaatler, bu ülkeye tam 10 yıl kaybettirdi. Ama toplum bunu 2001 krizinde ancak anlayabildi ve reaksiyon gösterdi.
Sonrasında ise doğrudan yatırım ağırlıklı yabancı sermaye gelişi ile başlayan rehavet, dış borç artışı ve de ardından sıcak para girişi ile devam ederken de toplum anlayamadı. Ve nihayetinde betana gömülen yüz milyarlarca doların maliyeti gırtlağımıza tıkandı.
Ama bugün yine benzer yeni çıkmaz sokaklar yaratıyoruz. Mesela şehir hastaneleri bunun ilk sırasında yer alırken, paralı özel sektör yolları, Hazine garantili boş havalimanları, Hazine garantili boş köprüler hep gelecek neslin ödemesini beklemektedir.
Türkiye bölgesinin üretim üssü olan ve bu kapasitesini çok daha geliştirebilecek yeteneği de olan bir ülke. Bu ülkede tasarruf eksikliği aslında gelir dağılımı bozukluğundan ve tasarruf seçeneklerinin azlığından gelmektedir.
Kazan-kazan formülü maalesef bir türlü işlemedi ve işletilmedi. Çalışırken de sürünen, emekli olduğunda da sürünen bir yüksek değer ülkesiyiz. Bir türlü gerçek sorunların çözüm modelleri tartışılamadı ve gündeme gelemedi.
Oysa ülkemiz bugün kendi başına sadece nüfus artışı büyümesi olarak yüzde 4,0-4,5 büyüme potansiyeline sahiptir.
Artan nüfus elbette yemek yiyecek, giyinme ve barınma ihtiyacı gibi ek talep oluşturacak. Sadece nüfus artışından kaynaklı talep artışı bile hanehalkı tüketimini yukarı çekmelidir.
Ama bakıyoruz GSYH’ya; 2017-IV çeyrek tüketiminin altındayız. Aradan 7 çeyrek, yani 21 ay geçmiş ama hala gerideyiz.
Hatta GSYH endeksi bile (Mevsim etkilerinden arındırılmış) 175,1 seviyesi ile 2017-IV çeyrek değeri olan 174,8 değerinin ramak üzerinde. Oysa bu dönemde adeta bütçeden her yere para dağıtılmış, bütçe açığı dikiş tutmaz noktaya gelmiştir. Ama sonuç bu kadar...
KENDİ KRİZİMİZ
Meydanlarda dış güçler, dış saldırılar vs ne kadar hikâye anlatılırsa anlatılsın bu kriz kendi krizimizdir.
Biz yaptık-biz bulduk.
Yıllarca oluk oluk akan yabancı sermaye döneminde yollarımız ithal arabalarla dolarken, ekonomiyi de bu araba sayısı ile değerlendirdik.
Kimse gerçek verilere bakmadı; kimse aslında gelişmediğimizi, tersine şiştiğimizi kabullenmedi.
Bugün eskiye atıf yapan Bakan Berat Albayrak eskinin daha sert şişmelerinden bir örnek tablo hazırlıyor. Negatif faizle dağıtılan kamu bankası kredileri ile adeta borçlanın ve tüketin deniliyor.
Eski dönemde şişmeler en azından yüzde 5,0-7,0 gibi büyümeler oluştururken, bugün şişmemiz bile daha düşük büyüme oluşturuyor.
Ama bütün bunlar bir gerçeği görmemiz gerektiğini bize gösteriyor:
1- Orta yaş dönemimiz bitiyor ve kalan zamanımız çok az.
2- Kısa vadede ise işsiz sayısı ve işsiz geçirilen süre o kadar uzadı ki, toplumun nefes almaya ihtiyacı var.
Bu kadar sıkıntıda olan bir topluma yeni ek yükler yüklemek, sosyal maliyeti artıracak tutum ve davranışları kamuda genişletmek nasıl bir mesaj olabilir?
İnsanlar evlerinde ekmek, yemek hesabı yaparken kamunun daha dikkatli olması ve tevazu göstermesi gerekmiyor mu?
Kısaca söylemek istediğim şudur: Krizi artık finansal göstergelere bakarak kimse değerlendirmesin. Bu taaa geçen yıl Ağustos ayında kur zirve yapınca yazdım. Kriz artık reeldir ve reel bakış gerektiriyor. Reel bakışın da en sert göstergesi evlerden çıkan cansız bedenler değil midir? Daha neye bakmalıyız?