Kaybetmek için kazanmak
Acaba insanlar gibi ülkelerin de bir kaderi var mıdır? Kimi ülkeler fırsatları değerlendirip sınıf atlıyor, kimisi de geriye gidiyor.
Türkiye tarihi bir demografik fırsat eşiğinde olmasına rağmen dünya liginde geriledikçe geriliyor. Oysa bizim bu fırsat yıllarında sınıf atlamamız gerekiyordu.
Çok yakında yaşlı ve fakir bir ülke olarak kalacağız. İstesek bile ilerleyecek gücümüz kalmayacak.
Kısa bir tablo verelim: 2020 yılı nüfusumuz 83 milyon 614 bin kişidir. Bu nüfusun 56 milyon 593 bini (%67,7) 15-64 yaş grubunda yer alıyor. Kısaca çalışma eşiğindeki nüfusumuzun oranıdır bu.
Genç nüfus (0-14 yaş) oranımız 2000 yılında %29,8’den 2010 yılında %25,6’ya düşüyor. Ve 2020 yılında genç nüfus oranımız artık %22,8’e gerilemiştir. Bunun yerine yaşlı nüfus (65+ yaş üstü) oranımız 2000 yılında %5,7’den 2020 yılında %9,5’e yükselmiştir.
Nüfus trenini kaçırıyoruz. Hem de feci şekilde.
Bu tablodan çok ama çok korkmamız gerekiyor. İlerleyen yıllarda acısını çok çekeceğiz.
***
Yarınlar için nüfus treni kaçıyor ama bugün ne yapıyoruz?
Genç nüfusa sahip olmamıza rağmen halen ülkemizde 83,6 milyon toplam nüfustan sadece 21,1 milyon kayıtlı çalışanımız var. Bu kayıtlı çalışana karşılık ise 13,3 milyon da emekli maaşı alan insanlarımız var.
SGK, 2020 yılında 540 milyar lira giderinin 249 milyar lirasını bütçeden yapılan transfer ödemesi ile karşılamış. Bütçeden kamu personeline ödenen ücretler de 336 milyar liraya ulaştı. Çünkü işsizliği kamuya eleman alımı ile örtmeye çalıştık.
SGK’ya bütçeden yapılan açık ödemesi ve kamu personeline yapılan maaş ödemesi, 2020 yılın da toplanan 833 milyar liralık vergi gelirinin yüzde 70,2’sine ulaştı.
Geriye ne kalıyor? Daha Hazine garantili müteahhitlerin ödemesi var, biriken borçların faiz ödemesi var... İyi ama ya kamu hizmetleri için yatırım yapılması gerekmiyor mu?
Kısaca hem emeklilik sistemi hem de kamu personel sayısı düzeltilmek zorunda. SGK’ya bütçeden aktarılan kaynak oranı ve kamu personel gider oranı toplamda vergi gelirlerinin yüzde 50’sinin altına düşmesi gerekiyor. Bu oran orta vadede ise yüzde 35-40 seviyesine kadar çekilmek zorunda.
Ama bu oranlar yeni vergiler getirilerek değil, giderler kısıtlanarak sağlanmak zorunda.
***
İşin bir başka boyutu daha var: Verimsizlik
Bugün kamunun Hazine garantilerinin bir kısmı olmak üzere müthiş bir verimsizliği söz konusudur.
Boş yatırımlar için örnek vereyim mesela: Rize Havalimanı ile Trabzon Havalimanı arası 110 km. Bayburt Havalimanı ile Erzincan Havalimanı arası ise 115 km. Bu iki örneği neden veriyorum:
Bayburt-Gümüşhane nüfus toplamı 220 bin kişi ama buraya havalimanı yapılıyor. Rize-Artvin ise zaten 1 saat daha karayolu ile gidersen Trabzon havalimanındasın...
Ankara tren garını bile yolcu garantisi ile Hazine garantili müteahhitlere veren bir yönetim neden her yere havalimanı yapar? Oysa diğer yanda tarım işçin sulama projeleri bekler, ulaşım için yollar yapılmaz.
AK Parti öncesinde beğenmediğimiz 90’lı yıllarda bile kamu yatırım oranı yüzde 13’lerdeydi. Şimdi bu oran artık yüzde 8’lere düşürüldü. Hem de verimsiz yatırımlarla...
***
En büyük sorun: Liyakatsizliğe dayalı cahiliye yozlaşması
Bugün halka açık şirketlere bakıyorum. Acaba hangisi yeni bir buluş-patent üzerinden yüksek katma değerli üretim peşinde koşuyor? Ya tekel konumdan kar elde ediliyor, ya da sürü içinde koyun olarak yaşam mücadelesi veriliyor.
Ülke olarak verimsiz kamu yatırımları ve Hazine garantili müteahhitlerin meselesini bir şekilde hallederiz. Hatta emeklilik sistemini ve şişen kamu personel yapısını da çözeriz. Hata ve hatta demografik fırsat eşiği kaybını bile bir sıkı bir programla aşabiliriz.
Ama asıl mücadele edeceğimiz ve aşmakta çok zorlanacağımız yer liyakatsizlik ve yozlaşma tıkanıklığıdır.
Toplumda taban sınıfın hakimiyeti ve cahiliye özgüveni ülkemizi müthiş bir yıkıma doğru götürüyor. Doktorlara saldırı konusunda bunu örnek vermiştim... ‘Okudunuz da ne oldu?’ anlayışı hakim görüş oldu.
Ülkede pozitif bilimlere bile ilahi yönetici atıyoruz. Bilimselliği öne çıkan üniversiteleri bile geriye götürmeyi yerli ve milli diye satıyoruz.
Bakınız zihni parlak gençler ülkemizde kalmak istemiyor. Onlara hain vs demek isterseniz Venezuela örneği karşımızda. Rahmetli Turgut Özal’ın en büyük hedeflerinden biri de tersine beyin göçüydü. Beyin göçü bir ülkenin yeşillikten çöle dönmesi demektir.
Toplumsal çöküş ya da yapısal çöküşü nasıl önleyeceğiz? İşte burada belki de seçmen sayısına bakmadan -devlet politikası- tercih edilerek seçimde kaybetme pahasına ülkeyi kurtarıcı bir yönetim anlayışı gerekiyor.
“Cahilin sonunda göreceği şeyi, akıllılar önce görür” Hz Mevlana.