Neo-liberaller...
Klasik iktisadın modern versiyonu olarak da ifade edilir. 1929 ekonomik buhranı sonrası başlayan devletçilik politikaları, 80’lerde artık içinden çıkılmaz hal almıştı.
Klasik iktisadın temel kuralı olan “piyasaların kendi dengesini sağlama” görüşü devlet müdahaleleri ile adeta kontrollü piyasa modeline dönmüştü. 80’lere geldiğimizde nerede ise piyasa kavramı bile ortadan kalmış durumdaydı.
Devlet kumaş örüyor, takım elbise dikiyor hatta marketçilik bile yapıyordu.
Devleti yeniden küçültmek gerekiyordu. Ve aynı zamanda da özel sektörü güçlendirmek zaruri hale gelmişti.
Arz yönlü iktisat ile bu yola çıkıldı.
Bu politikanın öncüsü ABD’de Ronald Reagan ve İngiltere’de ise Margaret Thatcher olmuştu. O nedenle her iki liderden dolayı Reaganizm ve Thatcherizm olarak da isimlendirilmiştir.
Yeni ekonomi politikalarının bazı özelliklerini aktaralım.
Devleti küçültmek için devletin harcamalarını kısmak gerekiyor. Bu nedenle ilk başta devleti ekonominin içinden çekmek için kamu mallarının satışı yapılmalıydı. Özelleştirme furyası işte buradan geldi.
İkinci nokta ise özel sektördü. Özel sektörün, yani sermayenin güçlendirilmesi gerekiyordu. Bunun için ilk başta vergi indirimleri akıllara geldi. Kurumlar vergisi bu yolda indirildi. Ayrıca özel sektörün önünün açılması için teşviklerin verilmesi gerekti ve sayısız teşvik icat edildi.
Özel sektör sadece vergi indirimleri ve teşviklerle desteklenemezdi. Onlara ayrıca çevresel şartlar gibi kolaylıklarda sağlanmalıydı. Hatta ucuz işçilik ve esnek istihdam gibi kavramlar da bu yolda belirlendi.
İşin temel mantığı şuydu: İşvereni-sermayeyi destekle ki, onlar yatırım yapsın ve istihdam sağlansın oldu.
Neo-liberalizm ve/veya arz yönlü iktisat ile GSYH’lar arttı ama ücretler düştü.
Sermayedar yoluna devam ederken, işsizlik oranı azalmasına rağmen fakirlik oranı tam tersine yükseliş yaşadı.
Kamusal mal tanımı rayından çıkarak sağlık gibi en temel kamusal hizmetler bile aşırı yüksek fiyatlara özelleşti.
Tüketimin sağlanması için gelir kaybının telafisi olarak ise borçlanma politikaları geliştirildi. Eksik değer borçlanma ile kapatılmak istendi. Borçlanma politikalarının sürmesi de finansallaşma ile sağlandı.
Karşılıksız değerler üzerinden çığ gibi büyüyen finansal varlıklar ve borçlar böyle oluştu.
Burada şu kısa sürede aklıma gelmeyecek çok sayıda daha neo-liberal politika örneği ve olumsuz sonuçları yaşandı.
Ben bu durumu uçtan uca gitme olarak ifade ediyordum: 29 buhranı maliye politikası ile aşıldı ama sonrasında devletçilik çok uç noktalara kadar taşınmıştı. Şimdi de tam tersine neo-liberal politikalar ile arz iktisadında sermayecilik uç noktalara taşındı.
Hatta şu çok ciddi iddiayı bile söylemeden edemeyeceğim: Batı demokrasileri içindeki mevcut sermayeci bakış kovid 19 kapıya gelmesine rağmen gereken önlemlerde gecikmiştir.
Önlemlerin gecikmesinde “parasal” korkular hep daha önde yer aldı. Aman turizm ne olur, aman işletmeler ne olur gibi kaygılar bugün 50 bine yakın insanın can kaybına yol açmıştır.
Sermaye kaybı korkusu can kaybını tetiklemiştir.
Şimdi ne konuşuyoruz?
Neo-liberalizm bitmiştir!
Bunu da en çok sermayeci politikalar izleyen liderler söylüyor.
Kamusal malları dahi özelleştirenler, sermayeye hayatlarında görmedikleri garantileri verenler, serveti büyüklerin ellerinde toplatanlar bunu söylüyor.
Ülkemizde de aslında neo-liberal ve sosyal politika çatışması yaşanıyor. Mesela en temel sağlık gereksinimi olan maske konusu belediyelerin girişimi ile kamusal mal haline gelebildi.
Ama yan tarafında müteahhitlere yaptırılmış olan Hazine garantili devasa Şehir Hastaneleri duruyor. Hazine garantili müteahhit yolları boş olsa da paralarını alıyor, kimse uçmasa da havalimanı garantileri Hazineden ödenmeye devam ediliyor.
Ama hepsinden ötesi şu: Toplumsal yardımlaşma uğruna başlatılan yardım kampanyası tek elde toplanıyor, kamudan kurumsal ve kişisel ödeme tarifeleri ortaya çıkıyor. Buna rağmen zor dönemlerde başvurulan servet vergisinin adı bile geçmiyor.
Ülkemizde gelir dağılımına bakıldığında tablo aslında her şeyi gösteriyor:
En zengin yüzde 5 hızla zenginleşmeye devam ediyor.
En alt yüzde 45 ise durumunu sosyal yardımlarla görece iyileştiriyor.
Ama ülkenin ve sistemin kilidi olan orta sınıf erimeye ve kan kaybetmeye devam ediyor.
Sistemin seçmeni ve parası garantiye alınırken, sorgulayıcı orta sınıfı ise eritiliyor.
Acaba bu sistemin adı nedir? Bu politikaya ne denir?