Ahiyan-ı Rum: tarikat mı teşkilat mı?

Âşıkpaşazâde’nin yazdıkları arasında herhalde tarihçileri en fazla meşgul eden kısımlardan biri 13. yüzyıl Anadolu’sundaki Türk toplumu içinde dört zümrenin varlığından söz ettiği satırlardır: “Rûm’da dört taife vardır kim misafirler içinde anılır biri Gaziyân-ı Rûm ve biri Abdalân-ı Rûm ve biri Bâcıyân-ı Rûm ve biri Ahiyân-ı Rûm...”

Sonuncudan başlayalım… Ahilik temel olarak -dinî-mistik boyutu da olan- bir meslek örgütlenmesidir. İşçiler, esnaf ve zanaatkârlar kendi meslek kollarına göre ayrı ayrı birimler halinde örgütlenmiştir. Ahilik kurumu her ne kadar Abbasi Halifesi Nâsır Lidînillâh tarafından 12. yüzyılda kurulan “fütüvvet” teşkilatının Anadolu kolu olarak ortaya çıkmış olsa da sonraları Orta Asya gelenekleriyle ve bazı tasavvuf ekolleriyle de harmanlanarak özgün bir yapıya dönüşmüştür. Şeyh-mürit ilişkisiyle usta-çırak ilişkisi iç içe geçmiştir.

Diğer yandan, fütüvvet yiğitlik anlamına gelir ki Ahiliğin de dâhil olduğu fütüvvet geleneğinin bir boyutuyla gençlik örgütlenmesi demek olduğunu gözden kaçırmamak gerekir.

Benzetmek yanlış olmasın, bir yanıyla Avrupa’daki şövalyelik kurumunu bir yanıyla da mason teşkilatını andıran bir yapıdan söz ediyoruz. Bu benzerliklerin tesadüfi olmadığını biraz sonra açıklamaya çalışacağım.

Bu arada, günümüzde “ahi” adlandırması genel kabul görmüş bulunsa da bu kelimenin aslının “akı” olduğunun düşünüldüğünü de belirtelim. Hatta büyük ihtimalle bu ikinci görüş daha doğru olmalı. Çünkü “akı” Kutadgu Bilig, Dîvânü Lûgati’t-Türk gibi eski kaynaklarda geçen ve eli açık, âlicenap, konuksever, yiğit vb anlamlara gelen bir kelime. Bir görüşe göre “akı” kelimesi önce “ahı” haline dönüşmüş, bilahare Arapça “kardeşim” anlamına gelen “ahî” sözüne bağlanarak bu şekilde telaffuz edilmeye başlanmıştır.

Ne var ki yaygın kullanımı benimseyerek biz burada ahi adlandırmasını tercih ediyoruz.

***

Anadolu Ahileri hakkında en önemli kaynak İbn Batuta’nın seyahatnamesidir. 14. yüzyılda Anadolu’da bulunmuş olan Faslı seyyahın verdiği ayrıntılı bilgiler sözkonusu teşkilatın veya toplum zümresinin misyonunu anlamak bakımından da önemli olduğu için Seyahatname’den uzunca bir alıntı yapmak istiyorum:

“Onlar, Anadolu’ya yerleşmiş Türkmenlerin yaşadıkları her yerde, köy, kasaba ve şehirlerde bulunmaktadırlar. Şehirlerine gelen yabancıları misafir etme, onlarla ilgilenme, yiyeceklerini ve konaklayacakları yeri sağlama, onları eşkıyanın ve vurguncuların ellerinden kurtarma, şu veya bu sebeple haydutlara katılanları temizleme gibi konularda bunların eşine dünyada rastlanmaz. (…) Önder olan adam, bir tekke yaptırarak halı, kilim, kandil gibi gerekli eşyayla donatır orayı. Onun arkadaşları geçimlerini sağlayacak kazancı elde etmek için gün içinde çalışırlar. Kazandıkları parayı ikindiden sonra topluca getirip başkana verirler. Bu parayla tekkenin ihtiyaçları karşılanır, beraber yaşama için gerekli yiyecek ve meyveler satın alınır. Mesela o esnada beldeye bir yolcu gelmişse hemen tekkede misafir ederler onu... Alınan yiyeceklerden ikram ederler. Bu iş yolcunun ayrılışına kadar sürer. Bir yabancı ve misafir olmasa bile yemek zamanında yine hepsi bir araya gelip beraber yerler, türkü söylerler, raks ederler. Ertesi sabah işlerine giderek ikindiden sonra elde ettikleri kazançlarla önderin yanına dönerler. Onlara ‘fityan’ [=yiğitler] deniliyor. Onların önderlerine de demin belirttiğimiz gibi ‘ahı’ deniliyor.” (“İbn Battuta Seyahatnamesi”, çev: A. Sait Aykut, Yapı Kredi Yayınları, 2000, cilt 1, sh. 404)

***

Ahilik teşkilatının Osmanlı devletinin kuruluşunda oynadığı rol tarihçilerin çoğunluğu tarafından genel olarak önemli bulunur ama gerek bu rolün mahiyeti gerekse Ahilerin gücünün boyutları ve hatta teşkilatın inanç yapısı konusunda birbirinden farklı görüşler vardır. Bu da büyük oranda kaynakların yetersizliğinin doğurduğu belirsizlik yüzündendir.

Esasen Osmanlı devletinin kuruluşunda tarikatların ve derviş zümrelerinin oynadığı rol konusunda ilk dikkat çekici değerlendirmeler Köprülü ve ardından Barkan tarafından yapılmış olsa da sonraki yıllarda bu iki tarihçimizin araştırmalarının daha ileriye götürülebildiğini veya bu konuda müphemiyeti devam eden hususlara dair pek fazla aydınlatıcı çalışmanın yapıldığını söylemek zor. Ta ki Ahmet Yaşar Ocak’ın çalışmalarına kadar…

Ocak özellikle Ahiliğin Osmanlı Devleti’nin kuruluşundaki rolünün abartıldığı görüşündedir. Çünkü Osmanlı’nın kuruluşunda rolü olan başka tarikatların ve özellikle Kalenderî tarikatının (ve bunun kolları olan Vefai, Yesevi, Haydarî tarikatlarının) kimi mensupları tarih kitaplarında yanlışlıkla Ahî olarak tanımlanmıştır. Osman Bey’in kayınpederi olarak bildiğimiz Şeyh Edebali’nin muhtemelen Neşrî Tarihi’ndeki bir ifadenin yanlış anlaşılması yüzünden “Ahî Şeyhi” olduğu zannedilmiştir. Edebali’nin Ahî şeyhi değil, Sufi olduğunu ve Vefai tarikatına mensup olduğunu inandırıcı kanıtlarla ortaya koyan Ocak ayrıca bu zatın Osman Bey’in kayınpederi olduğu iddiasını da sorgulanması gereken bir rivayet olarak niteler. Ocak’a göre bu rivayetin kaynağı olan Âşıkpaşazâde, kendi mensubu olduğu zümrenin hanedan ve toplum nezdindeki itibarını güçlendirmek üzere bunu ortaya atmış olabilir.

Bu durumda “Osman Bey’in faaliyeti esnasında, Orta Anadolu’da Ahîlik ve Babaîlik olarak iki mühim tarikat vardı. Ahî Reislerinden olup, Eskişehir civarında İtburnu mevkiînde tekkesi bulunan Şeyh Edebali, o havalinin en itibarlı ve sözü geçen ulularındandı. Tahsilini Mısır’da yapmış olan Edebali’nin kızı Malhatun’u Gazi Osman Bey almış ve bu suretle Ahîlerin nüfûzundan istifade temin etmişti” diyen Uzunçarşılı gibi geleneksel tarihçilerin anlattığı hikâyelere kuşkuyla bakmak gerekiyor demek ki.

Ayrıca Ahîlikten bir tarikat olarak söz edilmesi de epeyce sıkıntılı bir durum. Gerçi Babaîlik de münferit bir tarikat sayılamaz ama bünyesinde benzer meşrepten tarikatları barındıran bir Sufi hareketi olduğu için buna itiraz edilmeyebilir. Ancak Ahîlik -her ne kadar tasavvufi ekollerle iç içe bir yapı olsa da veya mensupları arasında tarikat bağlıları bulunuyorsa da- bir tarikat olarak nitelenmesi doğru görünmüyor.

Ahiliğin mahiyeti ve tarihimizdeki rolü konusunda günümüzde ortaya atılan farklı bazı görüşleri tartışmaya devam edeceğiz…

YORUMLAR (15)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
15 Yorum