‘Çatı aday’ kim olursa sorun olmaz

Bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçiminde ana muhalefet partisinin izleyeceği yolun şimdiden tartışılmakta oluşunda bir anormallik yok tabii ama tartışmaların içeriğinin ve taraflarının pozisyonunun normal olduğunu söylemek de zor.

Öncelikle realiteden kopuk bir tartışma bu. CHP’nin taş çatlasa yüzde otuza çıkabilen kemik seçmeniyle yüzde ellinin üstünde oy almayı gerektiren cumhurbaşkanlığı seçimini istediği adayı koyup kazanmasının mümkün olduğu hayali bir evrende yaşanıyor bu tartışma… “Neden sağcı bir adaya oy verelim” tepkisi… “Koskoca CHP kendi içinden bir aday çıkaramıyor mu” isyanı… “İki AK Partiliden birini mi tercih edeceğiz” yakınmaları...

Oysa CHP liderinin uygulamaya çalıştığı siyasi strateji oldukça basit… Ortada vadeli stratejisi, yüzde 25 oy oranına sahip olan partisini toplumun geniş kesimlerinden oy alabilecek hale getirmek. Kısa vadede ise amacı partisinin etki gücünü toplumun geniş kesimlerinin siyasi temsilcileriyle yürüttüğü işbirliği sayesinde yükseltmek.

Kılıçdaroğlu’nun en büyük başarısı herhalde İstanbul ve Ankara belediyelerini bir bakıma çeyrek asır sonra AK Parti’nin elinden almış olması, diye yazmıştım geçenlerde… Bu başarıyı partisinin oylarını arttırarak değil fonksiyonel bir muhalefet bloğu inşa edip muhalif seçmenin kimi yerde aralarındaki ideolojik uçurumlara rağmen ortak hareket etmesini sağlayarak elde etti.

***

Kılıçdaroğlu’nun “çatı aday” stratejisine “İkinci Ekmeleddin vakası” benzetmesiyle itiraz eden solcu aydınları ciddiye almak zor. Çünkü 2014’te CHP ile MHP’nin Erdoğan’ın karşısına ortak aday olarak çıkardığı kişinin profilini bugün adı geçen siyasi aktörlerle mukayese etmenin yanlışlığı bir yana, aslında 2014’teki seçimde adayın “kimliği yüzünden” bir fiyasko yaşanmış olduğunu söylemek de doğru değil. Hiçbir siyasi kimliği ve toplumsal karşılığı olmayan bir adayın yalnızca dindar kişiliği sayesinde AK Parti tabanından oy alabileceğinin düşünülmesi büyük bir basiretsizlikti. Dindar birinin aday yapılması değil.

Üstelik o tarihte MHPCHP bloğunun oy oranıyla cumhurbaşkanlığı seçiminde alınan oy oranı aşağı yukarı aynıydı. Demek ki İhsanoğlu profiline CHP tabanında ciddi bir itiraz oluşmamıştı. Demek ki “şu aday olursa oy vermeyiz” veya “bu aday olmazsa oy vermeyiz” falan diye konuşanların CHP tabanını temsil nitelikleri yok. Çünkü aşağı yukarı aynı kişiler o zaman da “Elim kırılsa sağcı adaya oy vermem”, “Ekmeleddin’in Tayyip’ten ne farkı var! İkisi de sağcı, ikisi de şeriatçı…” diye konuşuyorlardı. “Stratejik oy kullanma” konusunu tartışmaya yanaşmıyorlardı. (Ama CHP tabanını 2015’te HDP için stratejik oy kullanmaya çağıranlar da aynı kişilerdi.)

2014’teki seçimin sonucu elbette memnuniyet verici değildi CHP açısından ama hiç değilse -çoğunlukla CHP’nin daha solunda yer alan- uzlaşma karşıtı bir aydın zümrenin parti tabanı üzerindeki etkisinin de sınırlı olduğunun görülmesi Kılıçdaroğlu yönetiminin elini rahatlattı.

Hatırlarsanız, aynı gruplar siyasi kökeni itibarıyla Mansur Yavaş’a ve hatta aile kökeni ve dinî kültürü itibarıyla Ekrem İmamoğlu’na da itiraz etmişlerdi. CHP yönetimi bunlara kulak asmadı. Çünkü tabanın da kulak asmayacağını biliyordu. (CHP tabanının büyük ölçüde siyasi ve sosyal realitelerin farkında olarak oy kullanması bu tabanın diğerlerinden daha yüksek fazilet sahibi bir kitle olmasından değil. Liderler kendi tabanlarını öbür kesimlere düşman etmek için ekstra çaba göstermezlerse sıradan insanların kendi komşusuna veya akrabasına siyasi gerekçelerle düşman olması zorlaşır. Bunu da not olarak ifade etmiş olalım.)

***

Son yerel seçimlerde İmamoğlu ve Yavaş’ın yerine “klasik CHP’li” profilinde adaylar çıkarılmış olsaydı İstanbul ve Ankara seçimleri kazanılabilir miydi? Ondan önce, “sağ partilerle” bir araya gelerek Millet İttifakı teşkil edilmiş olmasaydı bu sonuç alınabilir miydi? Ondan da daha önce İYİ Parti’nin seçime girebilmesini sağlamak için yapılan hamle benzeri girişimler gerçekleştirilmiş olmasaydı ne olurdu?

Bu sorular ülkemizin politik ve sosyolojik realitelerinin ifadesi… Ancak bütün bu politik ve sosyolojik realitelere karşılık, CHP tabanı üzerinde etkisi sınırlı olsa da sesi her zaman çok çıkan -tabandan ayırmak için “CHP çevresi” diyebileceğimiz- bir kesim de var ki onlar Uğur Dündar veya İlker Başbuğ aday gösterilirse cumhurbaşkanlığı seçiminin kazanılabileceğini savunuyorlar. Bu isimlerin yüzde ellinin üstünde oy alabilmesinin nasıl sağlanacağını ise dile getirmiyorlar.

Çoğunlukla bürokratların, artık görevde olmayan bazı profesyonel siyasetçilerin ve eski tüfek gazetecilerin oluşturduğu bu kesimin yanısıra bir de “daha solcu” aydınlardan ve CHP’nin daha solundaki kimi parti ve örgütlerin mensuplarından oluşan bir çevre daha var CHP hinterlandında. Bunlara göre ise, toplumsal ve siyasi çelişkinin sürmesi ve giderek keskinleşmesi lazım ki giderek bilinçlenen halk kitleleri bir gün ayağa kalkıp sorunu çözsün…

Bu iki kesimin dışında bir de “CHP’nin adayı Kılıçdaroğlu olmalı” diyenler var… Bunlar tabii ki Kemal Bey’i sevdikleri için değil, tam aksine CHP liderinin son yerel seçimde ilk önemli başarısını getirmiş olan siyasi stratejisinin sürdürülmesini engellemek için bunu gündeme getiriyorlar. Zaten iktidar partisi de aynı şeyi söylüyor, neden Kılıçdaroğlu aday olmuyor diye soruyor her vesileyle…

Diğer yandan, tartışmanın birtakım isimler üzerinden yürütülüyor olması belli bir amaca yönelik gibi görünüyor ve açıkçası sağlıklı bir sonuca hizmet etmiyor. Zaten bir sonraki seçime hangi şartlar altında nasıl bir atmosfer içinde gideceğimizi ve kimlerin adaylığının öne çıkacağını şimdiden bilmenin imkânı da yok. Bildiğimiz tek şey şu: Ana muhalefet partisinin mevcut oy oranı itibarıyla Cumhurbaşkanlığı seçiminde kendi başına ve “klasik CHP’li” profilinde bir adayla başarılı olma şansı yok.

YORUMLAR (78)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.