Cumhuriyet fazilet midir?
Kimileri bir noktaya takılmışlar. “Cumhuriyet neden mesela mutlakiyetten veya meşrutiyetten daha üstün bir rejim olsun ki” diyorlar. Bu yoldaki itirazlarını şöyle temellendiriyorlar: “Ona bakarsan Arnavutluk da cumhuriyet, Mısır da cumhuriyet. Ama hiçbirinde demokrasi yok. Buna karşılık İngiltere, Hollanda, Belçika gibi ülkelerde ise cumhuriyet yok, krallık var. Demek ki esas olan cumhuriyet değil demokrasi.”
Bunlar ilk bakışta doğru tespitler gibi görünüyor. Ancak bu düşünüş tarzında doğrularla yanlışları birbirine karıştırarak konunun özünü kaçırma riski var. Çünkü adında cumhuriyet kelimesi bulunan bütün devletleri bu siyasi modelin örneği sayacaksak adında demokrasi geçen devletleri de demokrasinin temsilcisi saymamız gerekir. Kuzey Kore, Kongo, Laos vs.
Bu yanlış bakış açısı demokrasi ile cumhuriyetin birbirine rakip yönetim anlayışları gibi görülmesinden kaynaklanıyor. Bir de hem yakın tarihteki sosyokültürel dönüşümlerin kimi kesimlerde doğurduğu rahatsızlıklar hem de güncel siyaset bağlamındaki saflaşmalar çerçevesinde resmi cumhuriyet diskuruna itiraz gerekçesi aranmasından. Mevcut siyasi ve sosyal yapıdaki problemlerin anayasal düzenden kaynaklandığı düşüncesiyle, cumhuriyete karşı demokrasiyi savunma fikrinden söz ediyorum.
Bize has bir tartışma da değil bu. Batı dünyasında daha çok teorik zeminde yapılıyor bu tartışma. Bunlara değinmenin yeri burası değil. Ancak, en temelde Yunan ve Roma politik modellerinin veya yönetim anlayışlarının farklılığına dayanan bu ayrıma ilişkin olarak, aslında demokrasi ile cumhuriyetin zannedildiği gibi birbirine karşıt siyasi anlayışlar olmadığını, hatta aynı olgunun farklı adları olduğunu söyleyenlerin bulunduğunu da kayda geçirmek durumundayız.
***
Ne var ki bizim açımızdan iki kavramın da kapsamının belirsiz bırakılarak tartışmanın sürdürülmesi sağlıksızlık işareti. Siyaset felsefesinin konusu olan ciddi bir meselenin çok süfli şekilde kişiselleştirilmesi, milli hakimiyet problematiği içinde kritik yeri olan bir konunun “Atatürk mü Erdoğan mı” kavgasına indirgenmesi yararlı bir faaliyet değil.
Oysa cumhuriyet ve demokrasi derken, antik çağda ortaya çıkmış olan ve modern toplumun politik sorunlarını açıklamak için de halen kullanmaktan vaz geçemediğimiz iki ayrı kavramdan, halk hakimiyeti anlayışının iki farklı yorumundan söz ediyoruz.
Modern siyasi düşüncenin kavramları olarak, cumhuriyet toplumun ortaklıklarını, demokrasi ise farklılıklarını güvenceye alır. Biri despotizmi önleyebilmek için siyasal katılımı görev olarak vaz’ eder ve vatandaşın sorumluluğuna vurgu yapar, öbürü ise bireyin ve alt toplum kesimlerinin hak ve özgürlüklerine sahip çıkmanın totaliterliğin engeli olduğunu düşünür.
Cumhuriyet -tıpkı demokrasi gibi- bu çağda ortaya çıkmış bir siyasi model değil. Ülkeyi ve toplumu yönetme ayrıcalığının herhangi bir aileye (veya zümreye) verilmediği düzendir esas olarak cumhuriyet. Egemenliğin kamunun uhdesinde bulunmasıdır. Bunu gerçekleştirmenin yöntemi ise her devirde ve her toplumda farklı olmuştur. Mamafih üç hususta ayırt edici vasıfları değişmeden günümüze gelmiştir cumhuriyet fikrinin: (Yöneticilerin özel çıkarlarına karşı) toplumun ortak çıkarı, (keyfi yönetime karşı) kanun hakimiyeti, (bireysel inisiyatif yerine) kolektif sorumluluk…
Manası düşünülmeden Atatürk’e atfen tekrarlanıp durulan “Cumhuriyet fazilettir” sözünün aslı ise bir sosyopolitik hedef olarak cumhuriyet fikrinin gerçekleşmesi yolunda yurttaşların yönetime katılım için gösterdikleri çaba ve fedakarlıkların fazilet olduğu görüşüdür. Yani böylesi faziletlere sahip bir toplumun rejimidir cumhuriyet. Biz öyle bir toplum muyuz, ayrıca konuşmak lazım.
***
Yunan site devletleri birer cumhuriyetti. Muhtemelen ilk örneklerinin Mezopotamya’da ortaya çıktığı var sayılan en eski şehir devletleri de en azından başlangıçta cumhuriyet karakterine sahipti. Bir şehrin diğer şehirler üzerinde tahakküm oluşturmasıyla ortaya çıkan yeni siyasi yapıları ise cumhuriyet olarak sürdürmek mümkün olmadı. Krallıklar -ve sonra imparatorluklar- ortaya çıkınca cumhuriyet ortadan kalkıyordu.
Bunun istisnası Roma devleti olacaktır. Akdeniz havzasının gelmiş geçmiş en büyük siyasi gücü yaklaşık beş asır (MÖ 509-27) boyunca “respublica” olarak yönetilmiştir. Cumhuriyet idaresine geçilmesinden önceki yaklaşık 250 yıllık krallık devri de bizim bugünkü tasavvurumuzdan farklıydı. Kral daha ziyade temsili bir roldeydi, yönetim Senato’nun elindeydi. Hatta bir kral öldüğünde ömür boyu tahtta oturacak olan halefini de -kraliyet ailesi mensupları arasından- Senato seçiyordu.
Diğer yandan, Hz. Peygamber’in dünyaya geldiği ve ahalisine İslam mesajını tebliğ ettiği Mekke şehrinin yönetim şekli de bir çeşit cumhuriyetti. Keza asrısaadet ve dört halife devrindeki “İslam devleti” de. Müslümanların devletinin siyasi karakterini uzun süre koruyamamış olması yerleşik sosyokültürel yapının buna izin vermemesiyle açıklanabilir herhalde. Genel olarak doğu toplumlarında siyasi katılımın batıya nazaran daha sınırlı olduğu ve hatta doğudaki siyasi yapıların daha despotik karakterde olmasının coğrafyaya dayanan sebeplerinin bulunduğuna ilişkin teoriler de var.
Ancak tarihten günümüze gelecek olursak, kavramın antik dünyadaki anlamıyla günümüzdeki anlamı arasındaki farklılaşma göz ardı edilebilecek kadar küçük ve basit değil.
Modern cumhuriyet fikrinin hayata geçirilmesinin iki önemli örneği var. ABD ve Fransa. Biri Yunan’a, öbürü Roma’ya daha yakın. Her ikisi de devrimle teşekkül etmiş ve birbirinden çok farklı iki cumhuriyet ve demokrasi modeli ortaya çıkmıştır. İlki daha demokratik bir cumhuriyet, ikincisi daha cumhuriyetçi bir demokrasidir. Bu da toplumsal yapıların ve kültürel geleneklerin farklılığının sonucu olsa gerek.
Demek ki cumhuriyet ve demokrasi konusundaki tartışmayı toplumsal yapılardan ve kültürel geleneklerden bağımsız bir zeminde sürdürmenin anlamı yok.
İkincisi, demokratik mekanizmaların geliştirilmesi adına cumhuriyet idealinden vazgeçmek devlet kuşunun tek kanatla uçmasını beklemek olur.