Eski padişah ‘Feriye Sarayında ölü bulundu’

CUMARTESİ YAZILARI

Geçen haftaki “Cumartesi Yazısı”nda yakın tarihin en tartışmalı hadiselerinden biri olan Sultan Aziz’in trajik ölümüne ilişkin iki karşıt tezden söz etmiş ve sonraki haftalar için “Peki, işin aslı ne” sorusuna cevap aramayı vadetmiştim.

Tam da bu sırada Sultan Abdülaziz, biliyorsunuz, başka bir vesileyle gündeme geldi. “Osmanlı padişahlarının opera sevgisi” konulu ilginç tartışma vesilesiyle...

“Ecdat opera mopera bilmezdi” diyenlere tarihî gerçekleri hatırlatan KARAR. yazarı Yıldıray Oğur ünlü Alman besteci Wagner'in inşa ettirdiği konser salonu için ilk bağış yapanlardan birinin Abdülaziz olduğunu yazdı.

Evet, gerçekten de Osmanlı padişahlarının hemen hemen hepsi gibi sanata düşkündü Abdülaziz. Ama bu yöndeki eğilim kimilerinin iddia ettikleri üzere genetik olarak tevarüs edilmiş olmaktan ziyade, şehzadelerin içinde bulundukları muhitin ve aldıkları eğitimin eseriydi herhalde.

Osmanlılar arasında şair ve müzisyen padişah çoktur ama besteleri yanısıra resim yapan tek padişah Abdülaziz’dir. (Uluslararası Kültür ve Sanat Derneği [UKSD] 2013 yılında Dolmabahçe Sanat Galerisi'nde padişahın resim eskizlerinden oluşan bir sergi düzenledi ve bu serginin açıklamalı kataloğunu yayımladı.)

Abdülaziz’in oğlu “son halife” Abdülmecid Efendi de Türk resim tarihinde yeri olan önemli bir ressamımızdır.

Aynı zamanda kendi heykelini yaptıran ilk ve tek Osmanlı padişahı olan Sultan Aziz, güzel sanatlara duyduğu yakınlık itibarıyla bugünkü siyasetçilerimiz için de olumlu bir örnek olabilir. Keşke bu yönü örnek alınsa!

Ne var ki besteci, ressam ve güreşçi padişahımız “bir devlet başkanı olarak” ise tarihçiler tarafından pek örnek gösterilmiyor.

Dediklerine göre tahta çıktığında Abdülmecid döneminde önü alınamaz hale gelen lüks harcamaları ve israfı durdurmak için çaba göstermiş, mali düzenin sağlanması ve Tanzimat prensiplerinin uygulanması yolunda çalışmış ve dış politikada başarılı sonuçlar veren işlere imza atmıştır.

Ancak bu nispeten başarılı dönem 1871’de Âlî Paşa’nın ölümüne kadar devam etmiştir. Çünkü bu dönemde yönetim aslında fiilen Fuat ve Âlî paşaların elindeydi. Sultan Aziz fonksiyonu olmayan bir figür durumundaydı. Öyle ki Âlî Paşa vefat ettiğinde “Padişah olduğumu ilk defa bugün hissettim” demişti.

Fuat ve Âlî paşaların sahneden çekilmeleriyle “paşalar diktatoryası” adı verilen devrin kapanmasının ardından Sultan Aziz gerçek manada sultan oldu ama önceki dönemde hiç değilse belirli bazı alanlarda sergilenen nispeten başarılı ve dengeli yönetim bundan sonra sürdürülemedi. Devletin idari ve siyasi yapısını modernleştirmeye yönelik Tanzimat reformculuğu ise tamamen terk edildi.

Mahmut Nedim Paşa bu dönemin simge şahsiyetidir. Âlî Paşa’nın diktasından bizar olmuş olan padişahın hiçbir isteğine hayır demeyen, dış politikada Rusya taraftarlığını temsil ettiği için “Nedimov” diye anılan bu sadrazam iş başına gelir gelmez bütün tecrübeli devlet adamlarını yönetim kademelerinden uzaklaştırdı. Yolsuzluk ve rüşvet iddialarının yanısıra Rus yanlısı tutumu da kamuoyunda büyük tepki toplayan Mahmut Nedim’i padişah kısa süre sonra görevden aldıysa da birkaç yıl sonra “Rusların yardımıyla Hersek isyanını bastıracağı” vaadiyle yeniden sadrazamlığa getirildi.

Ancak işler çok daha kötüye gitti. Abdülaziz saltanatını sona erdirecek süreç iyice hızlandı.

Bu noktaya tekrar dönmeden önce şunu da belirtelim ki Sultan Aziz’in operaya, baleye ve tiyatroya -yani Avrupa sanatına- ilgisi de işte bu ikinci döneminde başladı. İlk döneminde Batı kültürüne bir hayli mesafeliydi. Zaten yetişme çağında da Arapça ve Farsça öğrenmiş, Batı dilleriyle ünsiyet kurmamıştı.

Tahta geçtiğinde ilk olarak saraydaki Avrupa tarzı orkestrayı dağıtarak yerine alaturka saz takımını koydurmuştu. Kendisi de opera veya tiyatro değil orta oyunu seyrediyordu bu dönemde.

Anlaşıldığı kadarıyla Avrupa’ya gidip geldikten sonra kültürel eğilimleri değişti. Orada görüp tanıştığı hükümdarlarınki gibi bir yaşayışa heves etti. Fransız ve Avusturya stilinde saraylar, köşkler, kasırlar yaptırmaya girişti. Bu arada, bir emirle kaldırtmış olduğu saray orkestrasını yeniden kurdurdu.

Şatafattan ve israftan kaçınma tutumunu saltanatının daha ilk yıllarında çabucak terk etmişti zaten.

Ancak milyonlarca altına liraya mal olan yeni sarayların ve diğer anıtsal yapıların inşası için alınan büyük borçlar devlet bütçesinde görülmemiş büyüklükte açıklar doğurdu.

Keza bu dönemde donanmaya harcanan paralar da sonraki yıllarda tartışmalara yol açacaktı.

Abdülaziz’in o günkü büyük devletlerle yarışma isteğiyle çok sayıda savaş gemisi satın alınmasında plansızlık olduğu, ihtiyaç duyulan gemiler yerine gösterişli olanlarına yatırım yapıldığı şeklindeki eleştiriler Osmanlı deniz gücünün Abdülhamit devrinde ihmal edilmesinin de gerekçesi olarak öne sürülmüştü.

Netice itibarıyla bütçe iç ve dış borçlarla çevrilir duruma gelmiş, bu borçlar da yine dışarıdan borç alarak ödenmeye çalışılmış ve devlet sonunda mali iflasla karşılaşmıştı.

Diğer yandan, yönetimdeki zafiyetler yüzünden iç karışıklıklar ve isyanlar baş edilemez boyutlara ulaşmış ve Avrupa’daki büyük devletlerin Osmanlı’nın iç işlerine müdahale girişimlerine zemin hazırlar hale gelmişti.

Bütün bu dönem boyunca başta Mithat Paşa olmak üzere tecrübeli devlet adamları kötü gidişatı durdurmak için çırpındılar. Ama padişah artık kimsenin lafına itibar etmiyordu. Son zamanlarında yalnızca Mahmut Nedim Paşa’yı dinliyordu. O da yalnızca Rus büyükelçisini.

Bunun üzerine, Midhat ve Hüseyin Avni paşaların önderlik ettiği devlet erkanı Abdülaziz’i işbaşından uzaklaştırmaya karar verdiler. Şunu da söylemek lazım ki Midhat Paşa’nın asıl hedefi parlamento ve anayasaya dayalı bir meşrutiyet yönetimine geçilmesiydi. Bunun için önce talebe nümayişleri ve ulemanın baskısıyla hükümet değişikliği sağlandı. Reformcu paşalar yönetime geldi. Ancak bir süre sonra yeniden Mahmut Nedim’i sadarete getirmek isteyen padişah tahttan indirilip yerine -meşrutî bir yönetimin kurulmasına taraftar olduğu bilinen- Şehzade Murad geçirildi.

Bundan üç gün sonra ise devrik padişah “Feriye Sarayı’nda ölü bulundu.”

Bundan beş yıl sonra Sultan V. Murad ve annesi Şevk-efza Valide Sultan ile Midhat Paşa ve Mahmut Celalettin Paşa gibi kişiler aleyhinde Sultan Aziz’i intihar süsü vererek öldürtmek suçlaması yöneltilecekti.

Bundan yüz elli yıl sonra ise bir gazete yazarı Abdülaziz için “Feriye Sarayı’nda ölü bulundu” ifadesini kullanıyordu. Ne “öldürüldü” ne de “intihar etti” demeye cesaret edemediği için muhtemelen... Çünkü tarihçilerin bile üzerinde uzlaşamadığı bu mesele hakkında görüşünüzü açıklamanız toplumun iki kutbunu oluşturan malum ideolojik kanatlardan birinin hışmına uğramanız anlamına geliyor.

Bilhassa bugünkü Türkiye’de böyle bir konu hakkında konuşurken bu temkini göstermek yanlış bir tutum değil. Yine de yakın tarihimizdeki belli figürlerin ve grupların asli yönelimlerini anlamak bakımından bunca önem taşıyan bir hadisenin iç yüzünü merak etmek de faydasız bir iş olmasa gerek.

YORUMLAR (98)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
98 Yorum