İslam dünyası başarabilir mi?

Kudüs konusunda bir kere daha gördük. Batı dünyasının haksız tutumları karşısında İslam dünyası ortak meselelerine sahip çıkamıyor. Çünkü son tahlilde gücümüz yetmiyor. İslam dünyasının parça parça olması, her bir İslam ülkesinin aslında her biri kendi özel çıkarlarına odaklanmış yönetimlere sahip olması olayın bir yanı… Ama bütün İslam ülkeleri farzımuhal -belirli konularda bile olsa- bir araya gelebilseler ve birlikte hareket etme iradesi gösterebilseler bugünkü tablodan ne kadar farklı bir sonuca ulaşabiliriz?

Maalesef bu soruya olumlu bir cevap verebilecek durumda olmadığımız ortada. İçinde bulunduğumuz durumun bugünün meselesi olmadığı, tarihi bir arka plana sahip olduğu da malum.

Bir vakitler İslam dünyası en azından Akdeniz havzasındaki en büyük ekonomik-kültürel-siyasi güç odağıydı. Sonra ne oldu da onlar ileri gitti, biz geri kaldık?

Özellikle son birkaç yüzyıllık farklılaşmayı batıda gerçekleşen bilimsel gelişmeyle, sanayi devrimiyle, sekülerleşme ile açıklıyoruz ve bütün bunları da esas olarak burjuvazinin ve kapitalizmin ortaya çıkışına dayandırıyoruz ama bahsettiğimiz bu tarihî sürecin bir başka coğrafyada niçin yaşanmamış olduğu sorusunun cevabını kesin olarak veremiyoruz. Tarihin farklı zamanlarında doğu ile batının rollerinin bugünkünün tam tersi yönlerde olabilmesinin “belirleyici” gerekçeleri de esasen meçhulümüz.

Aslında konuyu özel bir zaman diliminin ve özel bir coğrafyanın problemlerinden bağımsız ele aldığımızda cevaplanması gereken soru şu: Hem fizikî hem de entelektüel bakımdan benzer ve hatta eşit şartlarda ve donanımda olan insan topluluklarının medenî gelişmelerindeki eşitsizliklerin altında ne yatıyor?

Konuya kafa yoran birçok bilim adamı ve düşünürün bu soruya verdikleri birbirinden farklı cevaplar var. Mesela Amerikalı fizyoloji profesörü Jared Diamond bütün dünyada bestseller olmuş “Tüfek Mikrop ve Çelik” kitabında medeni gelişmenin neden öncelikle Avrasya bölgesinde yaşandığını; niçin Okyanusya, Avustralya ve Amerika kıtalarındaki insan topluluklarının aynı gelişmeyi gösteremediklerini sorgulayarak özetle coğrafyanın belirleyici olduğu sonucuna varır.

İngiliz antikçağ tarihçisi Ian Morris’in her açıdan göz kamaştıran eseri “Why the West Rules” (Neden Batı Hükmediyor)da ise tıpkı Diamond’un kitabında olduğu gibi insanlık tarihinin başlangıcından bugüne devam eden bir serüven çerçevesinde doğu ve batı toplumlarının gelişme çizgileri arasındaki paralellikler ve farklılaşmalar özetle kültür ve coğrafyanın etkileşimiyle açıklanır.

Daron Acemoğlu’nun James Robinson ile birlikte kaleme aldığı “Why Nations Fail” (Niçin [Bazı] Milletler Başaramaz) kitabında da aynı meselenin bir başka veçhesi ele alınıyor. Diamond ile Morris uzun vadede ele alıyorlardı eşitsizliğin oluşma sebeplerini. (Öyle ki Sapienslerin Neandertallere üstünlük sağlayabilmelerinin dinamiklerini bile anlamayı gerektiren bir yaklaşım bu.)

Coğrafyanın ve hatta kültürün öneminin daha az hissedildiği kısa vadeli gelişmelere ilişkin bir açıklama modeli arayan Acemoğlu-Robinson ise milletlerin başarılı olup olmamasını coğrafyanın ve kültürün belirleyiciliğinden ziyade toplumların “kapsayıcı” kurumsal yapılar oluşturabilme kabiliyetine sahip olup olmamasına bağlıyorlar. Buna göre toplumun bütününü kapsayıcı nitelikte ekonomik ve siyasi kurumlara sahip olan milletler başarıyor, kurumları kapsayıcı olmayan milletler ise başaramıyor “Why Nations Fail” kitabında savunulan teze göre.

Söz gelimi bir ülkede belirli alanlarda faaliyet yapma imkânı belirli bir azınlığın elindeyse, yasa ve kurallar herkes için geçerli değilse, imtiyazlı kişilerin varlığı veya ayrımcılık söz konusu ise burada siyasi yapı kapsayıcı (inclusive) değil, dışlayıcı (extractive) nitelik taşıyor demektir.

(Kitabın Türkçe çevirisine baktım geçen gün, extractive sıfatı sömürücü diye çevrilmiş; doğrusu dışlayıcı veya tekelci gibi bir karşılık tercih edilmeliydi. Daron Acemoğlu bu çeviriyi görmüş ve onay vermiş midir acaba?)

Böyle bir ülkede ekonomik gelişmenin sürdürülebilir olmasını sağlamak mümkün olmaz. Çünkü bu durumda en azından toplumsal kaynaklarınızın bütününü ekonomik gelişmeye ortak etmemiş olursunuz. Ekonominiz sağlıklı bir yapıda olmayınca diğer sahalarda da güç ve etki sahibi olamazsınız.

Dolayısıyla ülkeler arasındaki rekabette avantaj kapsayıcı kurumlara sahip olan toplumlarındır.

Buradan baktığınız zaman İslam dünyası dediğimiz muhayyel yapıyı oluşturduğu düşünülen ülkelerin bilhassa Batı ülkeleriyle kıyaslandığında ne derecede kapsayıcı ve ne derecede dışlayıcı siyasi yapılara sahip oldukları önem taşıyor.

İşin bu tarafına bakalım biraz…

YORUMLAR (25)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
25 Yorum