Sanatçının genç bir tüccar olarak portresi

CUMARTESİ YAZILARI

Kuzey Rönesansı’nın en önemli aktörlerinden Alman ressam Albrecht Dürer aynı zamanda eserleriyle Protestan Reformasyonu’nu hazırlayan aktörlerden de biri kabul ediliyor. Dürer başka özellikleri itibarıyla da dönemin kilit isimlerinden biri.

Birkaç hafta önceki “Cumartesi Yazıları”ndan birinde nispeten daha tafsilatlı değindiğimiz üzere, Protestan reformunun gerçekleştiği coğrafya ile Germen kavimleri haritası neredeyse birebir aynıydı. Keza kapitalizmin, rasyonalist bilimsel zihniyetin ve sanayi devriminin de beşiği bu bölgeydi.

Aslında burjuva sınıfının ilk baş gösterdiği ve kapitalist nitelik taşıyan ticaret modelinin ilk nüvelerinin görüldüğü yer kuzey İtalya şehirleri olmasına rağmen kapitalizmin gelişmesi ve bugünkü anlamına kavuşması Avrupa’nın kuzeyinde, Germen bölgesinde gerçekleşmişti.

Bu çerçevede Weber kapitalizmin ruhunun esas olarak Protestanlıkta aranması gerektiğini düşünüyordu. Buna mukabil Sombart burjuva sınıfının oluşumunda ve kapitalizmin doğuşunda rol oynayan faktörler arasında “etnik faktör”den de söz ediyordu.

Tekrar Dürer’e dönecek olursak, kuyumcu ustası olan babasının teşvikiyle zengin bir tüccarın kızıyla evlenmiş olan ressamımız sanatın zanaattan farkının yeni yeni anlaşılmaya başlandığı bir dönemde eserlerine imza, daha doğrusu “ticari logo” (A ve D harflerinden müteşekkil bir monogram) koyan ilk ressamdı. Ondan önce Kuzey Rönesansı’nın babası Jan Van Eyck ressamların eserlerine imza koyma adetini başlatanlardan biri olarak biliniyor. Ünlü “Arnolfini’nin Düğünü” tablosunda kocaman harflerle yazılmış “Jan Van Eyck fuit hic” (“Jan Van Eyck buradaydı”) ibaresi yer alır. Diğer tablolarını çoğunlukla “IOHANNES DE EYCK” diye ismini yazarak imzalayan Flaman ressamın bazı eserlerinin üzerinde ise “Als ik kan” (“Elimden gelen budur”) mottosu yer alır ki bu daha sonra başka sanatçıların da itibar edeceği bir tevazu manifestosu olarak yaşayacaktır.

***

Albrecht Dürer’in imza konusundaki hassasiyetini ise yalnızca sanatın kişiselleşmesinin ifadesi veya sanatçının bireysel hüner gösterisi saymak eksik olur. Çünkü Dürer eserlerinin telif hakkını yasal koruma altına alma girişiminde bulunan ilk ressam olarak biliniyor aynı zamanda. Eserleri taklit edilerek satılan ilk ressam da muhtemelen oydu. Çünkü resimlerini seri üretimle çoğaltarak piyasaya süren ilk ressam da kendisiydi. Tabii ondan önce de “zanaatkar” sınıfından ressamların eserleri o günlerde yeni gelişen baskı teknikleri kullanılarak çoğaltılıp satılıyor olmalıdır. Ancak hem sanat çevrelerinde hem de aydınlar arasında saygın bir adı olan, hatta eserleri Avrupa çapında tanınan biri olarak “ticari üretim” yapan ilk ressam Dürer’di. Hem de ürünlerinin üzerine “ticari logo”sunu işleyerek…

Avrupa sanatının en büyük dâhileri arasında yer alan Alman ressamın eserleri ahşap baskıyla çoğaltılıyor ve Avrupa’nın dört bir tarafına yayılan satış temsilcileri aracılığıyla piyasaya sürülüyordu. Gergedan, Âdem ile Havva, Mahşerin Dört Atlısı gibi gravürler doğrudan pazara yönelik olarak üretilmiş eserlerdi.

Âdem ile Havva demişken… Aynı konuda aynı adı taşıyan iki ayrı eseri var Dürer’in. Biri 1504 tarihli bakır gravür, diğeri bugün Madrid’deki Prado Müzesi’nde bulunan 1507 tarihli yağlı boya ikiz tablo. İki ayrı ahşap panele resmedilen bu ikinci eserin üzerinde ressamın malum monogramı ve “Albertus Durer Alemanus faciebat post virginis partum 1507” (Alman Albrecht Dürer, Bakire Meryem’in doğum yapmasından 1507 yıl sonra bunu yaptı) ibaresi yer alır. Bu yazı kolayca fark edilebilen ama yine de çok fazla göze batmayacak ölçülerdedir. Bu haliyle selefi Eyck’ın yaptığından çok farklı bir şey yapmış değildir Dürer.

Ne var ki yağlı boya tablo ile aynı adı taşıyan bakır gravürde ise ressamın “kartviziti” sayılabilecek “Albertus Durer Noricus faciebat 1504” (Bunu Nurnbergli Albert Dürer 1504’te yaptı) yazısı tabiri caizse “dükkân tabelası” büyüklüğündedir. Zira seri çoğaltma nesnesi olan eser aynı zamanda “reklam broşürü” işlevi de görecektir.

***

Dürer’den önceki dönemlerde ressamlar ya Kilise’nin ya da soyluların verdikleri siparişleri yerine getirerek para kazanıyorlardı. Dürer’in yaşadığı dönemde ise burjuva sınıfı en önemli müşteri haline gelmişti artık. Kilise’nin ve soyluların yerini büyük tüccarlar almıştı. Ressamlar özellikle bu zengin insanların ve yakınlarının portrelerini yaparak geçimlerini sağlıyorlardı. Ama bir de orta sınıf veya küçük burjuva diyebileceğimiz geniş bir kitle oluşmuştu şehirlerde. Bunlar sanatın değerini anlayacak kadar eğitimli olsalar da bir ressama tablo yaptıracak kadar varlıklı değillerdi. Dürer eserlerini işte bu sınıfa ulaştıracak bir yol açtı.

Daha önce özellikle “yüksek sanat” kabul edilen eserlerin -eğer kilise veya belediye gibi kamu binalarında değilse- toplumun geneline ulaşması zordu. (Müzeler ancak 18. yüzyılda ortaya çıkacaktı.) Dürer’in seri çoğaltma yöntemi sayesinde ise hem sanatçının eserleri daha fazla insana ulaşmış oluyordu hem de aynı eser çok sayıda müşteri tarafından satın alınınca daha çok para kazandırmış oluyordu.

***

Protestan Reformasyonu’na bizzat katılmış olan Kuzey Rönesansı’nın en önemli isimlerinden bu Alman ressamın sanat alanındaki kapitalist girişimcilikle de adının birlikte anılması manidar. Üç olay ve bir kimlik var burada karşımızda: Rönesans, Reform, Kapitalizm ve Alman.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.