Sokak adlarının şiiri köy adlarının tarihi
CUMARTESİ YAZILARI
Ben sokak adlarının bir şiiri olduğuna inanırım’’ der Salah Birsel ve “Beni ensemden topa tutmuştur” dediği sokak adlarından örnekler verir: ‘‘Beyoğlu’nda Tomtomkaptan, Kaneviçe, Madırga, Havahoş, Aybastı, Galata’da Mimikülhanı, Kartçınar, Canfeda, Kasımpaşa’da Babahindi, Kankardeşi, Emekyemez, Masrafnazırı, Tahtafırın, Hasköy’de Kitabi, Sütlüce’de Elvandirek...”
Bunlar İstanbul’un Beyoğlu bölgesindeki bazı sokakların adlarıdır. Çağdaş Evliya Çelebimiz, ‘‘Bu renkli, bu bıçkın-civelek adlara” İstanbul’un öbür semtlerinde de rastlandığını hatırlatır: ‘‘Üsküdar’da Lamekanıhüseyin, Fıçıcırüstem, Kargazarife, Boğaz’da Kandilliperakende, Şehremini’nde Eliflamet, Samatya’da Arapmanav, Karagümrük’te Niyaziimısri, Eyüp’te Balıkçıbakkal, Rami’de Gaska, Kadıköy’de Köftüncü, Miskiamber, Sakızgülü sokakları insanı larpadak yere yıkmasa da içindeki sevinci büyütür.’’ (Salah Birsel, “Amerikalı Tolstoy”, 1988, sh. 20-21)
Eski İstanbul kültürünü, İstanbul estetiğini, İstanbul Türkçesinin inceliğini yansıtan bu şiirsel adların halihazırda hangileri yerinde duruyor bilmiyorum. Çünkü bir bakıyorsunuz, aradığınız sokak ismine ulaşılamıyor. Değişmiş!
Mesela böyle bir köy var uzakta… Gitmesem de görmesem de iyi bildiğim köylerden biri Yortan. Büyük amcamın eşi Gönen’in bu köyünden olduğu için çocukken kulağıma sıkça çalınan bu adı herhalde ilginçliği dolayısıyla aklımda tutmuş olmalıyım. (Gönen annemle babamın “memleketleri” olan Erdek ile Bandırma’nın yakın komşusu ve son dönemde yerleştikleri yer zaten.)
İşte bu Yortan Köyü’nün “resmî” adının Bostancı olduğunu fark edince dikkatimi çekti; küçük bir araştırma yaptım. Manisa’daki Yortan köyü de -nedense!- yine Bostancı’ya çevrilmiş.
Aslında Anadolu’nun dört bir yanında birçok “Yortan Köyü” var. Onların da çoğunun adı “Türkçeleştirme” furyasında değiştirilmiş. Sivas’taki Yortan Köyü “Yaylacık”, Yozgat’taki “Yazpınarı” olmuş.
Aynı şekilde Yalova’daki “Kazımiye”, Sakarya’daki “Yüksel”, Sinop’taki “Şeyhhüseyin”, Çankırı’daki “Kiremitçi”, Karabük’teki “Güneşli” adını almışlar.
Yortan kimi tarihçilere göre Oğuz kimilerine göre ise Kıpçak boylarından birinin adı. Muhtemelen -Kıpçak telaffuzuyla- Çortan veya Çörten adını taşıyan topluluklar da aynı boydan.
İşte bu insanların yaşadıkları yerin adını değiştirmişler. Türkçe olmadığını düşünerek...
Oysa -hangi dilden olursa olsun- yer adlarını, bir zorunluluk olmaksızın keyfi bir şekilde değiştirmek orada yaşayan insanların geçmişleriyle bağlarını koparmak demek.
Yer adları aynı zamanda yazıya geçmemiş tarihin kayıtlarıdır. Yer adlarını değiştirmek tarihi karanlıkta bırakmaktır.
Belki ancak çok büyük nüfus hareketlerinin sonucunda yer adlarının da değişmesi -o da bir yere kadar- olağan karşılanabilir. Söz gelimi Türkiye ile Yunanistan arasında 1924’te gerçekleştirilen büyük nüfus mübadelesi, üzerine bastığımız toprakla ilgili her şeyi baştan aşağı değiştiren ve dönüştüren bir kırılmadır. Yer isimleri de doğal olarak bu devasa kırılmadan payını almıştır.
Yüzlerce yıldır Türklerin yaşadığı topraklara Rumların, yüzlerce yıldır Rumların yaşadığı yerlere ise Türklerin iskanı sonrasında oralardaki eski yer isimlerinin korunması artık zor olurdu. Ancak bir zorunluluktan kaynaklanan isim değiştirme işini zamanla çok yanlış yerlere götürmüş olduğumuz da bir realite. Yunanların bu hususta bizden çok daha ileri gittikleri ayrı bir realite. Daha önce aynı şeyi Bulgarların, Sırpların vd. yapmış oldukları da diğer bir realite…
Ne Selçuklu ne de Osmanlı devirlerinde Anadolu’daki yer isimlerini değiştirmenin kimsenin aklına gelmemiş olduğu ise apayrı bir realite. İstanbul (İstin-poli), Ankara (Ankyra), İzmir (Smyrna), Bursa (Prusa), Manisa (Magnesia), hatta Anadolu (Anatolia) gibi isimleri Türkçeleriyle değiştirmeyi düşünmemiş atalarımız. Yalnızca bunların telaffuzlarını kendi dillerine uydurmuşlar.
Buna karşılık, Milli Mücadeleyi yapan ve Cumhuriyeti kuran kadrolar Osmanlı topraklarının dörtte üçünün kaybına şahitlik etmiş bir nesildir. Eldeki vatan topraklarının da bize gönül rızasıyla terk edilmiş olmadığını bilen ve bunun kaygısını taşıyan insanlardır bunlar. Anadolu’yu Türk vatanı olarak görmek istemeyen güçlerin elinde gerekçe bırakmamak için artık Rumların ve Ermenilerin yaşamadığı bölgelerdeki Rumca ve Ermenice yer adlarını değiştirme fikrine sıcak bakmaları normal.
Ancak İstiklal Harbi’nden ve Cumhuriyetin kurulmasından çok zaman sonra bu işlemin yeniden tekrarlanması sağlıklı bir bakış açısının eseri olamaz.
1960’larda bir kampanya, 1980’lerde bir başka kampanya açılarak “Türkçe olmadığı düşünülen” birtakım yer adları yeniden değiştirilmiş.
Üstelik bu iş ehil olmayan ellerde kotarılmaya çalışılmış. Yortan’ın Türkçe bir isim olduğundan bile habersiz zevat eliyle yapılmış…
Bu dönemde değiştirilen isimlerin çoğu Rumca olmakla birlikte telaffuzları itibarıyla Türkçeleşmiş kelimeler bunlar aslında. Bu arada daha az sayıdaki Arapça ve Kürtçe yer adı da dar bakışlı birtakım bürokratların işgüzarlığına kurban edilmiş.
Halil İnalcık, yayın yerini şimdi hatırlayamadığım bir röportajında, Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey’in kardeşi Savcı Bey’in adını taşıyan Savcı Köyünün adının da değiştirildiğini söylemişti.
Buna mukabil, büyük şairimiz ve büyük milliyetçi mütefekkirimiz Yahya Kemal 1921’de Filibe’ye gittiğinde şehrin yakınlarındaki bir tepe üstünde “tek başına bir Türk damgası gibi vurulmuş duran” eski bir çeşmenin Türkçe kitabesinin sökülmüş olduğunu görür. Bu vandallıktan bizim için bir milliyetçilik dersi çıkarır Kendi Gökkubbemiz şairi: “Bulgar milliyetperverliğini çok beğenen bâzı kalın kafalılarımız bu çığıra gitmesinler. Türk vatanında Bizans ve Lâtin kitâbelerini aslaa kaldırmasınlar. Dünyâda her milletin vatanı dîğer bir milletin mîrâsıdır. Milletlerin tevârüs ettiği eserler kendi milliyetlerine mâl olmuş eserlerdir.” (“Çocukluğum, Gençliğim, Siyâsî ve Edebî Hâtıralarım”, 1986, sh. 39-40)
Oysa, Bizans ve Lâtin kitâbelerini geçtik, Türkçe isimler bile “Türkçeleştirildi” bu ülkede. Dar kafa çünkü adı üstünde dar bir kafadır.
