Arda Güler Montella olayı üzerinden linç kültürü eleştirisi
Geçtiğimiz ay Prof. Dr. Ali Murat Kırık’ın “Medya Çağında İletişim” kitabını okudum. Hocanın emeğine sağlık.
Sosyolojiye modern bir yaklaşım olarak tanımlayabileceğim kitabın bazı bölümleri iki gün önce yayınlanan bir antrenman videosu üzerinden verdiğimiz kitlesel tepkiyi çok iyi açıklıyor aslında.
Ben de dahil olmak üzere sanatçısından, siyasetçisine hemen herkes A Milli Futbol takımı teknik direktörü Vincenzo Montella’yı sosyal medya lincine maruz bıraktık.
Türk futbolunun yetiştirdiği en büyük yeteneklerden Arda Güler’e mobbing yaptığını düşündüğümüz Montella’ya duyduğumuz öfkeyle hakaret ettik, hatta bazı sanatçılar tehdit bile etti.
Milli Takım’ın sahip olduğu ciddi iletişim sorunu nedeniyle, izlediğimiz görüntüleri kendimizce yorumlayıp haddimiz olmayan şeyler söyledik.
Kendi adıma attığım tweetlerden utandığımı ifade etmeliyim.
Kırık’ın kitabının 464. Sayfasında TDK’dan alınan bir tanım var.
“Birden çok kişinin kendilerine göre suç olan bir davranışından dolayı herhangi bir kişiyi yargılamasız, taşla, sopa vb araçlarla döverek öldürmesi.”
Fiziksel lincin korkunçluğu konusunda hiç bir şüphe yok ancak sosyal medya üzerinden gerçekleşen lincin de psikolojik olarak yıkıcı bir etkisi olduğu su götürmez bir gerçek.
Yine kitaptan alıntılamak gerekirse “Linç kavramı sosyal medyada kendinden farklı olanı aşağılama, nefret söylemleri ile yargılama, dışlama ve ötekeleştirme gibi söylemsel pratikler üzerinden gerçekleştirilerek bir kişi ya da grubu hedef gösterme amacıyla kullanılan, psikolojik şiddet geçiren bir eylem.” Bu linç sonucunda hedef gösterilen kişilerin gerçek hayatta fiziksel saldırılara uğraması da olasılık dahilinde oluyor.
Siyasi gruplar tarafından hedef gösterilen, sosyal medya lincine uğradıktan sonra sokakta da saldırıya uğrayan gazetecilerin olduğu ülkemizde pek de yabancı olmadığımız cümleler bunlar.
Kırık’ın Tanıl Bora’dan aktardığına göre lincin kavramsal olarak ortaya çıkışı Amerikan İç Savaşı sonrasına götürüyor bizleri.
Ku Klux Klanının siyahileri uyguladığı şiddeti tasvir etmek için kullanılan bu kavramda enteresan olan linci uygulayanların radikal kişilerden ziyade kitle haline gelen sıradan üyeler olmasıdır. Tanıl Bora linci “Bireysel sorumluluk üstlenmeden, kalabalığın koynuna sığınmış anonim bir cümrün gölgesine saklanarak gerçekleştirilen eylem” olarak tanımlıyor.
Elbette lincin insanlık tarihi kadar eski bir eylem olduğunu biliyoruz ama kavramsal kullanımının da nasıl oluştuğunu anlamak burada önemli.
Kırık’ın kitabında konuyla ilgili Fransiz Antrapolog Rene Girard’ın Günah Keçisi adlı eserinden ilginç alıntılar da var.
Girard lincin nedenini toplumu bir arada tutan din,siyaset, spor, kültür gibi norm ve değerlerin toplumu gittikçe homojenleştirmesi sonucu toplumda farklılıkların yok olması ve farklı olanı tehdit olarak görme sonucu şiddetin ortaya çıkmasıyla bir günah keçisinin bulunması bağlıyor.
Ancak ülkemizde homojen bir toplumun olmadığını aksine toplumun spordan, siyasete, milli tanımlardan, dini değerlerin algılanmasına kadar ciddi bir kutuplaşma belki de bölünmüşlük halinde olduğunu görmemek için uzayda yaşamak gerekiyor.
Sosyal medyanın etkisiyle gündelik hayatında asosyal olan insanların bile sosyalleşebilmesi, kendini sanal ortamda var edebilmesi lincin dijitalleşmesini ve çok daha kitlesel hale ulaşmasını sağladı.
Diamond Tema olayında da gördüğümüz gibi toplumun bir kesiminin hoşuna gitmeyen açıklamalar yapan bir kişinin çok kısa sürede ölüm tehdidi içeren binlerce mesaj alması bunun en net örneği.
Bu tip bir heterojen toplumun linç kültürüne sahip olması homojen bir toplumun sahip olduğu linç kültüründen çok daha tehlikeli bir sonuç doğurabilir. Nitekim her mahalle kendi günah keçisini bulup onu hedef tahtasına oturttuğunda toplumsal birleşmeyi sağlamak imkansız hale gelebiliyor.
Arda Güler konusunda da iletişim probleminden yaşanan bu süreç benim de dahil olduğum bir sosyal medya lincine dönüştü ve bunun bir parçası olmaktan hemen ertesi gün utandım.
Konuyla ilgili eleştiriler her ne kadar doğru olsa da konuya verilen tepkinin boyutu toplumsal olarak ne kadar gergin ve tahammülsüz olduğumuzu hepimize gösterdi diye düşünüyorum.
Lincin kültür haline dönüşmesi ve buna linç kültürü demeye başlamamız aslında toplumun ne kadar problemli bir hale geldiğini de bize gösteriyor.
Montella’ya karşı kullanılan şiddet söylemleri bizleri evladına haksızlık yaptığını düşündüğü öğretmene ya da doktorlara saldıran toplum zararlılarıyla aynı seviyeye indiriyor.
Öte yandan aynı linç kültüründeki günah keçisi kavramında günah keçisi seçilen kişinin nispeten zayıf ve topluma yabancı kişilerden seçilmesi de bu örnekle uyuşuyor.
Montella yerine Fatih Terim olsaydı aynı tepkiler verilir miydi?
Hiç sanmıyorum.
Sosyal medya lincine maruz kalan kişinin kimliği ve nüfuzu da kitlesel olarak hareket eden kişilerin cesaretini kırmaya ya da tam tersi kişilerin cesaretlenmesinde belirleyici oluyor.
Ayrıca bu kitlesel harekete kişilerin kendine yakın hissettikleri cenahtan popüler isimlerin bu eyleme katılması ya da katılmaması da belirleyici unsurlardan oluyor.
İşte tam da bu yüzden Arda Güler ile Montella arasında olduğunu düşündüğümüz gerilimi bir de bu açıdan okumak gerekiyor.
Ben kendi adıma bazı dersler çıkardım ve eleştirilerimi gerektiğinde sürdürmekle birlikte kitlesel eylemlere katılım konusunda kendimi geri çekmeye karar verdim.
Önümüzde çok önemli bir Çekya maçı var. Esas odaklanmamız gereken şey bu iken belki de saçma sapan bir konudan dolayı Arda’nın da moralini bozmuş olduk.
Bu futbol örneğini hayatın geneline yayarak hepimizi tekrar düşünmeye davet ediyorum.