Esad'ın eli bizimkinden daha güçlü
10 yıldır bir gün bile düşüncem değişmedi.
Suriye politikamız en başından beri hatalıydı.
Başka ülkelerin iç işlerine karışmamak, bizim kurucu değerlerimizin bir parçasıydı.
Hele ki Ortadoğu gibi kanlı bir coğrafyada komşularla iyi geçinip, kendi sınır güvenliğini maksimum düzeyde tutma dışında fantastik bir dış politikaya girişme fikrinin işe yaramayacağı belliydi.
Suriye’de başlayan iç savaşta biz Türkiye olarak çok yanlış hareket ettik. Komşu devletin meşru hükümeti tarafından terör örgütü olarak nitelendirilmiş gruplara destek verdik.
Bunun Suriye hükümeti açısından bakıldığında Suriye’nin PKK’ya doğrudan destek vermesiyle arasında bir fark yok. Nitekim Suriye yıllar boyunca bunu yapmıştı o da bir gerçek ama bizim dış politikada oyun oynama şeklimiz bu değildi.
Bununla birlikte Suriye topraklarına asker çıkararak Suriye Hükümeti gözünde teknik anlamda işgalci konumuna da düştük.
Niyetimiz sınır güvenliğimizi korumak, PKK’nın Suriye’nin kuzeyinde kurmaya çalıştığı bir sözde devleti engellemek olsa da, uluslararası hukuk açısından çok da masum bir pozisyonumuz yoktu.
Emevi Camii’nde namaz kılma niyetiyle girdiğimiz yolda milyonlarca Sunni Suriyeli ülkemize göç etti.
Esad için ise işler tıkırındaydı. Hem Putin’in desteğiyle iktidarını kaybetmedi hem de kendisine muhalif çoğu grubu ortadan kaldırmayı başardı. Nitekim Suriye demografisi Esad’ın istediği şekilde değişiyordu.
Ülkeden kaçanların büyük çoğunluğunun Sünni Müslümanlar olması demografinin onun istediği şekilde değişmesine neden olmuştu.
Yani ülke nüfusundaki mezhep dengeleri bile değişmişti.
Zaten kendi kendine yetemeyen sorunlu ekonomimiz milyonlarca insanın plansız gelişiyle çöküş dönemine geçti.
Sosyal olarak yıllardan beri birbirimizi yiyen bir toplum olarak milyonlarca yabancıyı “misafirlik” kaidesiyle kabul ettik belki ama hükümetin “Kandırdık sizi. Kalıcı olacaklar, gönderemeyiz ki” anlamı çıkarılabilecek gayriciddi, hamasi ve mantık dışı açıklamaları insanların sabırlarını taşırmaya başladı.
Başından sonuna bu Suriye politikasından hiç bir fayda görmedik.
Görmeyeceğimiz de belliydi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda referanduma gitmediği gibi basın mensuplarının, muhafeletin tepkilerini de ırkçılık, yabancı düşmanlığı olarak yorumlamaya başlayınca kötü giden bir çok şeyle birlikte oylarını da kaybetti.
Ve tüm bu başarısızlığın sonunda artık Cumhurbaşkanı Erdoğan “Katil Esed” diye seslendiği Beşşar Esad’a “Sayın Esed” deme noktasına geldi ve Suriyelilerin geri dönüşünün planması için randevu talep etti.
X platformunda da Youtube kanalımda da konuyla ilgili bir çok şey söyledim. Burada da tekrarlamak istiyorum.
Ben Esad’ın yerinde olsam bu görüşmeye çok da niyetli olmazdım. Olabildiğince ertelerdim ve tok satıcıyı oynardım. Bunun temel sebebi Esad’ın elinin güçlü olması.
Biz Rusya’ya, Mısır’a, Yunanistan’a, ABD’ye hatta Libya’ya karşı olduğu gibi yine yüksek perdeden tepkiler verip hiç bir şey elde edemeyince de durumu toparlamaya çalışan konumundayız.
Bu 20 yılı aşkın Ak Parti iktidarının klasikleşen dış politika beceriksizliğidir.
Dedim ya Esad’ın kartları iyi, eli güçlü.
Ülke içinde ekonomik ve sosyal kriz yaşayan, artık Suriyelileri Suriye’ye geri göndermek isteyen biziz.
Esad’ın böyle bir talebi yok. O yüzden Esad kendi istediklerini Türkiye’ye kabul ettirmek için elinden geleni yapacaktır.
Nitekim Esad kanadından “Türkiye’nin askeri güçlerini Suriye’den çekmesini ve terör örgütlerine desteğini çekmesi şartıyla görüşebiliriz dediği bilgisi geldi.
Esad açısından gayet mantıklı bir istek. Bizim açımızdan da mantıklı olmak zorunda.
Zira sonsuza kadar Suriye topraklarında asker konuşlandıramayız. Kendi sınırımıza çekilip, sınır güvenliğimizi arttırmak, tekrar mayın döşemek -ki bu Ottawa Anlaşması’ndan çıkmayı gerektirir- çok daha iyi olacaktır.
İki komşu ülke olan Suriye ile Türkiye’nin dostluğu ve iş birliği iki ülke ekonomisi için de önemli.
O yüzden umarım en kısa sürede bu görüşme gerçekleşir ve somut adımlar atılmaya başlanır.