Koskoca Bakan bizimle birlikte uçacak değil ya?
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü ekonomi profesörü Daron Acemoğlu ile Harvard Üniversitesi’nden siyaset bilimi profesörü İngiliz James Alan Robinson’un (şuan da Chicago Üniversitesi’nde) beraber kaleme aldıkları 2012 yılında yayımlanan ikonik bir kitap var.
“Ulusların Düşüşü: Güç, Refah ve Yoksulluğun Kökenleri”
Herkesin okuması gereken bir kitap.
Kitapta bu iki profesör Batı ülkelerinin dünya egemenliğini nasıl ellerine geçirdiği, nasıl daha çok zenginleştiklerini çok çarpıcı örneklerle anlatıyor.
Hatta kitap direkt çarpıcı bir örnekle başlıyor. ABD ile Meksika sınırı nedeniyle ikiye bölünmüş olan Nogales isimli bir yerleşim yerinin kuzeyiyle güneyinin yeryüzü şekilleri, iklim, bitki örtüsü, etnik ve kültürel yapı olarak neredeyse aynı olmasına rağmen sınırın kuzeyinde kalan bölgede yaşayan insanların refah seviyesiyle, güneyinde yaşayan insanların refah seviyesi arasında dağlar kadar fark olduğundan bahsediyor.
E tabi fark var. Sınırın kuzeyi ABD’ye güneyi Meksiya’ya ait.
Evet ama bu fark neden var sorusunun cevabını ise bu iki profesör, ülkelerin sistemi oturmuş, bireysellikten uzak, kurumsal bir hafızaya sahip ekonomik ve siyasi kurumları olmasına bağlıyorlar.
Gerçekten de ülkelerdeki kurumların işleyişi ne kadar bireysellikten uzak ve sistemli olursa halkın ekonomik refahı o kadar artıyor.
Ülkemizde Ak Parti iktidarıyla kaybettiğimiz en büyük değer belki de bu oldu. Zaten yeni yeni kurumsallaşmaya başlamış tüm kamu kurumları kendi ezber ve hafızalarını kaybedip Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının gönülleri nasıl bir kurum istiyorsa öyle bir kurum olmaya doğru evrildiler.
Bu uzun vadede anormalin normalleşmesine, var olan yanlışların daha katmerlenmesine neden oldu.
Yolsuzluk hep suçtu. Ama yakalanıldığında DGM’de yargılanma riski vardı.
Günümüzde yolsuzluğun cezası sadece “Aa ne kadar ayıp” noktasına getirildi. Belki ben biraz abartarak anlatıyorum. Evet, olabilir ama düşünelim bakalım son 20 yılda yolsuzluktan ceza alan duydunuz mu? Aklıma gelen ilk örnek olarak kendi şirketinden devlete satış yapan bakan görevinden affını isteyerek tüm sorunlarını çözmedi mi? Bunun gibi onlarca örnek var. Bildiğimiz şeyleri tekrarlamayalım.
İşte bu cezasızlık ve ciddiyetsizlik ortamında kurumlar normalin ekseninden çıkarken kurumları yönetenlerin keyfi iradeleri, siyasi atamalar, kadrolaşma faaliyetleri “devlet kurumu” ağırlığının da tüy kadar hafifleşmesine neden oldu.
Nereden nereye bağladın diyeceksiniz ama Ulaştırma Bakanı Abdulkadir Uraloğlu’nun Almanya’daki Uluslararası Ulaştırma Toplantısı’na Rönesans Holding’e ait bir özel uçakla gitmesi uzunca bahsettiğim çürümüşlüğün çok net bir örneği aslında. Bakanın resmi bir davete özel bir şirketin özel uçağıyla gitmesi zaten bir çok mide bulandırıcı soruyu sordurabilecek bir skandal.
Ama daha da mide bulandırıcı olanı Ak Partili Bakanların artık tarifeli uçağa neredeyse hiç binmiyor oluşları. Artık halktan o kadar uzaklaşmışlar ki en kısa mesafeye bile özel jetle, onlarca korumayla, en pahalı makam araçlarıyla gidiyor olmaları şuan yaşanılan ekonomik buhranın nedeni aslında.
Kendinin olmayan bir parayı harcamayı itibar sanan bir baba ya da anne aile ekonomisini yönetebilir mi? O hesap...
Bakın Uraloğlu’nun özel jetle seyahat ettiği saatlerde Almanya’da Frankfurt School’da bir etkinliğe ABD Hazine Bakanı Dr. Janet Yellen ile Almanya Federal Cumhuriyeti Maliye Bakanı Christian Lindler katıldı.
Elbette korumalar vardı. Ama bizimkilerle kıyaslanamayacak kadar az sayıda.
Elbette bisikletle gelmediler etkinliğe. Ama Lindler etkinliğe Berlin’den tarifeli uçak kullanarak geldi.
Ben demiyorum ki Abdulkadir Bey Almanya’daki resmi bir etkinliğe Ekonomi Sınıfı’nda 15b’de üçlü koltuğun ortasında otursun.
Business Class’la gidin, eyvallah.
Ama başka bir ülkeye özel jetle gidecek kadar bu kişiyi özel yapan nedir?
Almanya’nın parası yok mu? Almanya Maliye Bakanı makamın önemi açısından bizim bakanlarımızdan daha mı değersiz?
İşte kurum hafızası, görgüsü ve kişilerden bağımsız oturmuş bir sistemden dolayı Christian Lindler kafasına göre kurumunun parasını harcayamıyor, özel jetlerle bir yerlere gidemiyor. Çünkü biliyor ki o bir devlet memuru, seçimle halka hizmet için gelmiş birisi. Yarın öbür gün koltuğu bıraktığında ki büyük ihtimal yakında bırakacak, tekrar normal hayatına geri dönecek.
Bizde olmayan tam olarak da bu.
Milletvekili, bakan gibi görevlerde bulunanlar ömürlerinin sonuna kadar ayrıcalıklı bir hayat yaşamaya devam ediyorlar ve bu anormali halk nezdinde de artık normal görülüyor.
O yüzden halktan uzaklaşmak bile halk tarafından “Koskoca bakan bizimle beraber uçacak değil ya?” şeklinde yorumlanıyor.
Halk kendi hakkını koruma refleksini bırakın kendi hakkını bilme yetisinden de yoksun duruma geldiğinde devleti yönetenler için o ülkeyi sömürmek tereyağından kıl çekmeye benzer.
Ülkemiz terayağ olmasın artık!