Narin, Teğmenler, Polatlar
Sevgili okurlarım. Yaklaşık 1 aylık bir izindeydim. O yüzden sizlerle olamadım. Affınıza sığınıyorum.
Yeniden buluşma vakti.
Her Salı sizlerle olacağım.
Ve her hafta bir önceki haftanın önemli olaylarını dilimin döndüğünce değerlendirmeye çalışacağım.
Umarım bu yolculuktan sizler de benim kadar keyif alırsınız.
Her ne kadar bahsedeceğim çoğu konu keyifsiz konular olsa da.
NARİNLER ÖLMESİN!
Diyarbakır’da herkesin akraba olduğu küçücük bir köyde 19 gündür kayıp olan ve tüm Türkiye’nin merak ettiği 8 yaşındaki Narin Güran’ın cansız bedenine ulaşıldı.
Tüm yakın akrabaları göz altına alındı. Korkunç bir olay. Futbol kulüplerinden, sanatçılara kadar herkes bu konuyla alakalı mesajlar paylaştı.
Televizyon kanalları özel yayınlar yapıyor.
Ama bu ne ilk çocuk cinayetiydi ne de bu cezasızlık ortamında son olacak bu gidişle. 2018'de Rabia Naz'da da aynı şekilde öfkeliydik, üzgündük.
Sonrasında toplumsal anlamda sizce iyiye giden bir şey oldu mu?
Bu ülkedeki feodal yapı hala yıkılmış değil. Eğer bu feodal yapı tamamen yıkılmış olsaydı küçük bölgelerdeki bazı aileler kendilerini dokunulmaz hissetmezlerdi.
Nitekim Narin’in ailesi bahsettiğim feodal yapının tepesini oluşturdukları için köylülerin devletten çok bu aileden çekiniyor olması sistemin çürüklüğünün en önemli göstergesi.
Bunu nereden anlıyoruz derseniz, köydeki neredeyse kimsenin konuşmaya yanaşmaması feodal yapıdan korktuklarının bir göstergesi.
Ceza verilse dahi cezalar caydırıcı değil. Güçlü olan ceza almayacağını biliyor. Güçsüz olan da her şey unutulduğunda yine bu aileye, bu feodal yapıya ekonomik olarak muhtaç olduklarının farkında.
Bir milletvekili çıkıp “her bildiğimizi söyleyemeyiz, aile ile 40 yıllık dostluğumuz var” diyebiliyor mesela.
Bir ülkede her şeyin ötesinde en çok önem verilmesi gereken şey hukukun, adaletin herkes için eşit bir şekilde tecelli edilmesinin sağlanmasıdır. Bu sağlandığında o ülke çocuklarını da korumuş olur.
Cezaların caydırıcılığı ve adaletin eşit bir şekilde sağlanması amasız, fakatsız sağlanmalıdır.
Devlet vatandaşını feodal yapılara ezdirmemek için gerekli ekonomik düzeni yaratmalıdır.
Bunu sağlayamazsak maalesef daha çok Narinimizi kaybedeceğiz.
TEĞMENLER KİME KILIÇ KALDIRDI?
TSK tarihinde ilk kez Kara, Hava ve Deniz Harp Okulları birincileri kadın teğmenler oldu. Bu bir çok Avrupa ülkesinden önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı veren Türkiye Cumhuriyeti için bir gurur tablosudur.
Atatürk’ün hayalindeki güçlü kadınlar bu genç teğmenlerimizdi belki de.
Ancak biz ülkece gurur duymak yerine teğmenlerin resmi yemin töreninden sonra yaptıkları ikinci yemini ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyerek kılıçlarını havaya kaldırmalarını konuştuk.
Tartışmalara sebep olan Subay Yemin’i resmi yeminden farklı bir metne sahip. Öğrencilerin mezuniyette ettikleri bir yemin. Hekimlerin, polislerin ettiği meslek yemini gibi.
Bu olayın gerçekleştiği gün değil de 8 gün sonra Kocaeli’nde 21. İmam Hatipliler Kurultay’ında konuya ilişkin açıklama yapan Sayın Cumhurbaşkanının tepki vermek için seçtiği yer manidar. Bir kez daha kutuplaşmanın önünü açabilecek stratejik bir seçim.
İmam Hatipliler Kurultayı.
Laiklere karşı İmam Hatipliler konumlandırılmak isteniyor gibi.
O kurultayda Cumhurbaşkanı Erdoğan “Kılıçları kime çekiyorsunuz?” diye sordu.
Aslında yemin metninde kılıçların kime çekildiğini teğmenler gayet net ifade ediyorlar.
“Ant içeriz ki laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk ulusunun namus ve şerefine, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller karşısında bizi bulacak ve kılıçlarımız daima keskin ve hazır olacaktır. Bizler Türk istikbalinin evlatlarıyız. Şerefimizle doğduk, şerefimizle yaşayacağız. Ne mutlu Türküm diyene!”
Yaklaşık 40 yıldır edilen bir yemin. Vatanseverlikle dolu, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlılık mesajı veren bir metin.
Kaldı ki bu gençler yeri geldiğinde savaş meydanında şehit olarak seçtikleri mesleğin kutlu bir bedeli olacağının farkındalar.
Bu yüzden “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyerek kılıçlarını sallayan genç teğmenlerin bu hareketlerinde ben bir sakınca görmüyorum.
Darbe girişiminde bulunan Fetöcü askerlerin televizyonlarda okuttukları metinde kılıf olarak Atatürk’ü kullanmalarına atıfta bulunularak buradan bir darbe iması çıkarmak gencecik teğmenler üzerinden ordumuza yapılan bir saygısızlıktır.
Bu ülkede Mustafa Kemal’in askeriyiz demek suç değildir.
Olamaz da.
22 yıldır ülkeyi tek başına yöneten, güçler ayrılığını neredeyse ortadan kaldıran bir iktidarın Atatürk üzerinden hala mağdur rolünü oynaması komik olmayan soğuk espri etkisi yaratmaktan öteye gitmiyor.
POLATLAR KALDIKLARI YERDEN
Kara para aklama ve vergi kaçırma suçundan 40 yılla yargılanan Dilan-Engin Polat davasında tutuklu sanık kalmadı.
Tüm sanıklar tahliye edildi.
O görgüsüzce çekilen videolardaki dolarların, euroların, dudak uçuklatan zenginliğin kaynağı açıklanmadı.
Kamuoyu vicdanı rahatlatılmadı ve bu kişiler tahliye edildi. Bu bir beraat değil belki ama bundan sonra ne olabileceğini hepimiz aşağı yukarı tahmin edebiliyoruz.
İlginçtir bu insanlar tahliye kararı sonrası Instagram’da 400 bin takipçi daha kazandı. Zengin yaşamlarına kaldıkları yerden devam edecekler. Ve 7 milyondan fazla takipçi bu durumdan şikayetçi gözükmüyor.
Bu arada şunu da belirtmek gerek. Verilen karara sadece muhalif siyasetçiler değil, AKP’li Şamil Tayyar da isyan etti. Tayyar’ın paylaşımı şu şekilde:
“Dilan Polat’tan sonra Engin Polat’ın tahliyesi, toplum vicdanını rahatsız etmiştir. Zaten yargıya güven azdı, şimdi bir kez daha sarsıldı. 40 yıldan fazla hapis cezası gerektiren kara para aklama iddiası ile 9 ay sonra gelen tahliye kararı arasındaki paradoksu, karar vericilerin kamuoyuna mutlaka izah etmesi gerekir. Her şey yalansa Polat çiftinden çıkın özür dileyin. Değilse karar sürecindeki mübaşirden savcı ve hakime kadar hepsinin, hatta yedi sülalesinin mal varlığını, para trafiğini araştırın, yolsuzluk varsa burunlarından fitil fitil getirin. Getirin ki ibret olsun aleme.”
Ben bir hukukçu değilim ama 40 yıla kadar ceza istenen bir davadan tahliye kararı çıkması bana hayatın doğal akışına uygun gelmiyor.
Eğer tüm suçlamalar asılsız ise aylarca bu konu neden Türkiye gündemindeydi?
Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın iddiaları da ayrıca mide bulandırıcı.
Şimdi sorulması gereken bir başka soru da şu:
Bunca skandalın sonunda Dilan-Engin Polat çifti kaldıkları yerden devam ediyorsa kısa yoldan zengin olmak isteyen gençler bu ülke hakkında ne düşünür ve hangi yolu izlerler?