Sadece parlamenter sistem yetmez, bir de 24 Ocak yapmak gerekecek

Bundan neredeyse 43 yıl önce, 24 Ocak 1980’de Resmi Gazete’de yayınlanan ve Türk ekonomisinin kaderini değiştiren kararlar artık çok geride kaldı.

Daha doğrusu kaldı sanıyorduk. Ama belki de, 24 Ocak öncesine geri dönmemize ramak kalmıştır; bilmiyoruz.

Neydi 24 Ocak öncesi? Türkiye “ithal ikameci” adı verilen, devletin içerideki son derece yetersiz üretimi gümrük duvarlarıyla koruduğu, Türk lirasının değerinin, bankaların TL mevduata vereceği faizlerin ve kredi faizlerinin yine devlet tarafından belirlendiği, bir kumanda ekonomimiz vardı.

O kumanda ekonomisi, enflasyon yüzünden duvara toslamıştı. Devlet devalüasyon yapıp TL’nin değerini düşürmeliydi ama siyasi iktidarlar bunu bir türlü yapmıyorlardı. Devlet bu yüzden döviz sıkıntısı çekiyor, temel ihtiyaç maddeleri bile zorlukla ithal edilebiliyordu. Piyasada ikili fiyat, yani karaborsa oluşmuştu. En basit şeyler, mesela margarin veya çiçek yağı bile karaborsaydı. Sigara, şeker gibi en çok tüketilen maddeleri sadece bulabilenler, yani daha yüksek fiyatı ödemeyi kabul edenler bulabiliyordu. Türkiye’de “Türk kahvesi” bulunmuyordu mesela, savaş yıllarındaki gibi fındık kavurup öğütenler vardı.

24 Ocak kararları, Türkiye’nin “kumanda ekonomisi”nden serbest piyasa ekonomisine geçişinin miladı kabul edilir. Aslında o gün geçiş tam yapılmadı; gerçektem tam bir piyasa ekonomisini kurmak ve işletmek bir hayli zaman aldı ama 24 Ocak bütün bunların başlangıcıdır.

Türkiye gümrük duvarlarını indirdi, bankalar üzerindeki faiz sınırlaması kaldırıldı, bu arada TL yüklü bir devalüasyon gördü. Neredeyse bir günde piyasada yokluklar da, karaborsa da, kuyruklar da sona erdi. Ama her şey daha pahalıydı.

Piyasa ekonomisine ve herkese açık piyasaya hiç alışık olmayan Türkiye de adım adım buna alıştı, öğrendi. 24 Ocak kararlarını ilan eden hükümetin başkanı Süleyman Demirel’di; o kararların mimarı ise Demirel’in müsteşarı Turgut Özal.

Bütün bunları hatırlamama sebep, Resmi Gazete’de yayınlanan bir yönetmelik değişikliği oldu. Ticaret Bakanlığı dün sabah Perakende Ticarette Uygulanacak İlke ve Kurallar Hakkında Yönetmelik’e bir yeni madde ekledi. Madde aynen şöyle:

“Perakende ticaretin etkin ve sürdürülebilir rekabet şartlarına göre yapılmasına yönelik politikaların geliştirilmesi, kamuoyunun aydınlatılması ve tüketicinin fiyat karşılaştırması yapabilmesine imkân sağlanması amacıyla, gıda perakende sektöründe hızlı tüketim mallarının satışıyla iştigal eden ve şube sayısı iki yüzden fazla olan zincir mağazalar, satışa sundukları ürünler ile şubelerine ilişkin verileri Bakanlıkça belirlenen sisteme aktarmakla yükümlüdür. Bu veriler ilgili kurum, kuruluş ve kamuoyuyla paylaşılabilir. Veri aktarımının usul ve esasları Bakanlıkça belirlenerek ilgili zincir mağazalara bildirilir.”
Masum gibi gözüküyor ama değil. Bu yeni maddenin tercümesi şu: Zincir marketler, satmak üzere depolarına giren her malın fiyatını ve miktarını Ticaret Bakanlığı’na bildirecek; bu yetmez bir de mağazalarındaki etiket fiyatlarını da bakanlığın sistemine gönderecek.

Yani bakanlık, hangi zincir hangi üründen ne miktarı kaça aldı ve sonra da hangi mağazasında kaça sattı bilecek, takip edecek, gerekirse kamuoyuna açıklayacak.

24 Ocak 1980 öncesinde uygulanan “kumanda ekonomisi”nin kumandanları bile bunu akıl edememişti. Yani hangi toptancı hangi malı kaça ve ne miktarda aldı, sonra bakkala kaça sattı, bakkal aldığını kaça sattı 24 Ocak öncesinde kontrol edilen bir şey değildi.

Örneğin ülkede margarin bulunmazdı ve bu yağın en büyük üreticisi olan Unilever’in İstanbul Bakırköy’deki fabrikasına devletten kimse gidip “Siz ne kadar margarin üretiyorsunuz, neden daha az üretmeye başladınız, ürettiklerinizi kaça satıyorsunuz” diye sormamıştı. Oysa vatandaş margarin kuyruğunda inim inim inliyordu ve üstelik o kuyruklar hükümet düşürüyordu.

Bugünse tam da bunu yapıyoruz.

BİM var, Şok var, A101 var, bunlar belli başlı “ucuzluk marketleri.” Bir de illa ucuzluk iddiası olmayan ama elbette bu marketlerle de rekabet halinde olan Migros ve CarrefourSA gibi zincirler var. Ve son olarak daha yüksek ödeme gücü olan tüketiciye hitab eden, o yüzden mağaza sayısı da daha az olan Macro var.

İnternetten bakıyorum; örneğin Komili’nin “Lezzetlik” alt markasıyla ürettiği naturel sızma zeytinyağı. Şok Market’te 1 litresi 117,90; Migros’ta 129,90; CarrefourSA’da yine 129,90 ve Macro’da 252,90 lira.
Aynı ürün arasındaki farkları görüyor musunuz? Ticaret Bakanlığı’nda biri, benim rastgele seçtiğim bu ürün gibi binlerce ürünün alış ve mağazada satış fiyatını görecek; marketler arasındaki farkları da bilecek ve basacak cezayı, bu anlattığım örnekte Macro’ya.

Bu bildiğimiz anlamda serbest piyasanın sora ermesi anlamına gelir. Fiyat rekabeti yapmanın anlamsızlaşmasıdır. Düne kadar aynı yağa iki kat fazla fiyat vermek Macro ile müşterileri arasında bir meseleyken artık bu konu doğrudan Ticaret Bakanlığı’nın konusu.

Bir adım sonrası, marketlere kâr sınırı getirmek herhalde.

Sovyetler Birliği’ne hoş geldiniz.

YORUMLAR (29)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
29 Yorum